26 Eylül 2008 Cuma

SULTANAHMET MEYDANI

sultanahmet - parlementolararası xı.konferansı - 'istanbul 1951'- 1987

SULTANAHMET MEYDANI

Her devirde şehrin en önemli ve dinamik yeri, yarım ada yedi tepesinin ilki olmuştur. Şehrin ilk kurulduğu akropol surlarla çevrili, tipik bir Akdeniz ticari yerleşimiydi. Roma devrinde bu merkez genişletilerek, yenilenmiştir. Günümüze çok az kalıntıları kalan Roma devri önemli yapıları ve abideleri Hipodrom çevresinde inşa edilmişti. “Büyük Saray” diye bilinen İmparatorluk Sarayı Hipodromun yanından başlar, aşağılara, deniz kenarına kadar uzanırdı. Bu Saraydan günümüze bir büyük salonun yer mozaik panosu gelebilmiştir. Şehrin en önemli meydanı Agusteion ve burası ile cadde arasında Milerium zafer takı bulunurdu. Cadde Roma’ya kadar uzanan yolun başlangıcı idi ve ilk km taşı da buradaydı. Hamamlar, mabetler, dini, kültürel, idare ve sosyal merkezler bu civara yerleşmişlerdi. Semt Bizans ve Türk devirlerinde de merkezi önemini devam ettirmiştir. İstanbul’un en önemli abideleri Ayasofya, Sultan Ahmet Camii, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Yere Batan Sarnıcı burada, Hipodromun çevresindedirler.

Yol boyu geniş meydanlardan ayrılan sapaklarla sur kapılarına ulaşılırdı. Ana cadde “Mese” diye anılırdı. Surlarda Altın Kapı yolu “Via Egnetia” Roma’ya, giden yoldu. “Hipodrom” At binenlerin, atların meydanı anlamına gelir. Roma İmparatoru Septimius Severus”un 2.yy. sonlarına inşa ettirdiği hipodrom Büyük Konstantin tarafından devasa ölçülerde genişletilmişti. Bazı tarihçiler 30, bazıları da 60 bin seyirci kapasitesinde olduğunu bildirirler. 2 veya 4 atın çektiği arabaların yarışları esas gösterilerdi. Roma İmparatorluğu ve sonradan Bizans İmparatorluğu devrinde hipodrom şehrin toplantı, eğlence, heyecan ve spor merkezi olarak 10 yy’a kadar önemini sürdürmüştü. 1204 Latin istilası ile beraber, şehrin bir çok diğer abideleri gibi burası da önemini yitirmişti. Araba yarışları yanında, müzisyen toplulukları, dansözler, akrobatlar, vahşi hayvanlarla kavga gösterileri, toplantılar yapılırdı. Bütün bu faaliyetler için ise Roma devrinde bol tatil günleri mevcuttu. Dev ölçüde bir U harfi şeklinde olan hipodromun doğu uzun tarafında, damında 4 bronz at bulunan, balkon şeklinde, imparator locası yer alırdı. Ortada, hipodromun kum kaplı sahasını ikiye bölen, arabaların etrafında yarıştığı alçak bir duvar, bu duvarın üstünde de İmparatorluğun çeşitli yerlerinden getirilen abideler ve meşhur at yarışçıları ile atlarının heykelleri bulunurdu. Şöhretli bir araba yarışçısı akla gelebilecek her türlü maddi olanak içinde yüzerdi. Yarışçılar yeşil-mavi-sarı-kırmızı gibi politik güçleri de olan takımlara ayrılmışlardı. Zaman, zaman yarışlara politika karışır, karşılıklı güçlerin mücadeleleri korkunç katliamlara dönüşebilirdi. Hipodrom günümüze zemini 4-5 metre yükselmiş ve kalabilmiş 3 abide ile gelmiştir.

Mısır’dan getirilen Obelisk, Yılanlı Sütun ve Örme Obelisktir. Türk devrinde, bu meydanda bazen, eski günlerindeki zengin gösteriler gibi, çeşitli festival ve gösteriler tertiplenmişti. Hipodrom’un batısında, Sultan Ahmet Camii’nin karşısında yer alan İbrahim Paşa Sarayı 16. yy. zengin ve tipik özel sarayların günümüze gelen tek örneğidir. Bu güzel yapı Türk ve İslam Eserleri müzesi olarak ziyarete açıktır. Muazzam Hipodromdan günümüze yuvarlak güney ucu gelmiştir. Büyük kemerlerle donatılmış tuğla bir yapıdır. Sonraki devirlerde Hipodromun taş blokları ve sütunlarının tamamı başka yapılarda kullanılmıştır. Hipodrom girişi sağındaki parkta 4-5 yy. ait özel saray kalıntıları, az ilerisinde de Aya Öfemiya Bizans Kilisesinin kalıntıları bulunmaktadır.


yazılar için kaynak: http://www.istanbul.gov.tr

25 Eylül 2008 Perşembe

OTOMOBILIN TARIHI

otomobilin 100. yılı '1886-1986' - 1986

OTOMOBİLİN TARİHİ

Otomobilin icadı ve gelişme tarihlerini kesin olarak bilmek güçtür. Otomobil icadını bir kişiye mal etmenin yanlış olmasının yanında bir ulusa da mal etmek yanlıştır. Bir çok bilim adamı (günümüzde kullanılan) otomobillerin inkişafında görev almış, bir önceki mucidin bulduğuna birşeyler ekleyerek günümüzdeki modern otomobiller çıkmıştır.

Otomobil, Fransızca bir kelimedir. AUTO (kendi), MOBİLE (hareket) kelimelerinin birleşimidir. Kendi kendine hareket eden anlamına gelir.

Bütün dünya, yol üzerinde hareketini kendisi temin ederek yürüyen otomobil mucidi olarak Fransız Mühendis ve Topçu Yüzbaşısı Nıcolas-Joseph CUGNOT’u tanır. Cugnot (1769 yılında) otomobili bir top arabası olarak tasarlamıştı. Üç tekerlekli ve 4 yolcu kapasiteli buhar makineli otomobilde iki silindir bulunuyordu. Makinanın krankından alınan dönme hareketi bir zincir yardımıyla önde bulunan tek tekerleğe geliyordu. Direksiyon tertibatıda aynı tekerleğe komuta ediyordu. CUGNOT çalışmalarına devam etmiş ve yaptığı ikinci otomobil “Paris Sanayi Müzesi”nde bulunmaktadır.

1787 yılında Amerika’da Olıver EVINS ve 1801 yılında İngiltere’de Rıchard TREVİTHICK yolcu taşıyan, buharla çalışan otomobiller yapmışlardır. Bütün bu çalışmalarda kullanılan otomobil motorlarında kullanılan güç buharın gücü idi. Yani bu motorlar dıştan yanmalı motorlar idi.

İçten yanmalı motorların gelişmesi 1796 yılında katı yakıtlardan havagazının elde edilmesi ile olmuştur. Havagazı ile çalışan içten yanmalı motor 1860 yılında Fransız mühendisi Jean Etıenne LENOIR tarafından yapıldı. 1,5 Beygir gücünde olan bu motorun gücünün az olması nedeni havagazının sıkıştırılmadan yakılmasıdır. Gazların sıkıştırılarak yakıldığı zaman gücün artacağı tezini ortaya atan Wıllıam BENNET adlı bir İngilizdir. Bunu geliştiren ise Dugold CLERK adlı İskoçyalı mühendistir.

1862 yılında Fransız Fen adamı Alphanse BEANDE dört zamanlı devrenin esasını ortaya koydu. Ancak dört zaman prensibine göre çalışan ilk motorun 1876 yılında Alman mühendis Dr. Nıkolaus August OTTO yaptı. Oto, bu motorun patentini 1877 de Amerika’da aldı. 1878 de Fransa’da açılan bir dünya sergisinde halka teşhir etti.

Otto, havagazını sıkıştırdıktan sonra ateşlemeyi yaptığı için motorun verimi ve gücü artmıştır. Alevle ateşlendiği için motor devri 150-200 devir/dakika civarındaydı. Bu devirde bir motorun otomobillerde kullanılması uygun değildi.

İlk dört zamanlı motoru yapan ve ortaya koyan Otto olduğu için bugün benzin motorlarına “Otto Motoru” ve çevrimine de “Otto Çevrimi” denilmektedir.

Otto’nun personelinden Gottıeb DAIMLER 1883 yılında Otto’dan ayrılarak bir atölye kurmuş ve devam etmiştir. Yaptığı motorun yanma odasına bakır çubuk yerleştirerek, dıştan bakır çubuğu karpit lambası ile ısıtmak süreti ile motorun ateşlenmesini ısınan bakırdan temin etmişti. Bu sayede motorun devrini 800-1000 devir/dakika ya çıkarmak süreti ile verimini ve gücünü arttırmıştır. Bu motor bugün Mercedes Fabrikası Müzesi’nde teşhir edilmektedir. Bu ateşleme sistemine “sıcak boru ateşlemesi” denir. Bu devirde bir motorun otomobilde kullanılması mümkündü, ama hala yakıt olarak havagazı kullanılıyordu.

Bu çalışmalar Avrupa’da devam ederken Amerikalı bir mühendis George BRAYTON yakıt olarak benzin kullanılan bir motor yapmış ve yaptığı motorlardan birini yüzüncü Filedelfiya sergisinde teşhir etmiştir.

Bundan sonraki çalışmalar, havagazının yerini tutabilmesi için benzini zerreler haline getirip, buharlaştıracak karbüratörlerin icadına doğru gitti. Daimler Almanya’da, Forrest Fransa’da 1885 yılında bu konuda çalışmalar yaptılar.

Karbüratörlerin görevi, sıvı yakıtı atomize etmek yani küçük zerreler haline getirip hava ile karıştırmak süreti ile yanabilir bir karışım haline getirmektir. Daimler bu havayı sıvı yakıt içersine itmek süreti ile yapmaya, ayrılmış zerrecikleri de ateşlemeden evvel sıcak boruya temasla gaz haline getirmeye çalıştı. Forrest ise, yakıtı filit tulumbası esasına göre hava akımı içersine püskürttü. Daha sonra, Daimler’le Wılhelm MAYBACH bir araya gelerek, bu gün kullanılan şekilde olan şamandıralı karbüratörü icad ettiler.

Karl BENZ adlı diğer bir Alman, Daimlerin motorunu, Forrest’in karbüratörünü alıp bunları dört teker üzerine oturttu. Böylece, 1886 senesinde ilk defa, içten yanmalı (patlamalı motorların) motorların en geniş tatbik sahası olmuş olan otomobil meydana gelmiş oldu.

Amerika’da ilk otomobil 1893 yılında J.Franlın DURYEA’nın yardımıyla Charles DURYEA tarafından yapılmıştır. Henry FORD’un ilk otomobili ise 1896 yılında Detroit sokaklarında dolaşmaya başladığı görüldü. Henry FORD fabrikasını genişleterek 1903 yılında dört silindirli ve ucuz fiyatlı otomobiller yaparak bunları (T) modeli adıyla piyasaya sundu.

Bu tarihten sonra otomobilin gelişimi nefes kesen, hızlı bir tempoda olmuştur. Kısaca bu tarihi gelişimi özetlemek gerekirse:

1887 de Bosch firmasında çalışan Zöhringer tarafından yapılan alçak voltajlı manyeto gaz motorlarına monte edilmiştir.

1897 de alçak voltajlı manyeto ilk defa benzin motorlarına tatbik edilmiştir.

1897 de otomobiller fenerle aydınlatılmaya başlandı.

1901 den itibaren otomobillerde aydınlatma karpit lambaları ile aydınlatılmaya başlandı.

1901 de yine Bosch firmasında çalışan Mühendis Gottlob HONOLD bugün bilinen yüksek voltajlı manyetoyu bulmuştur.

1902 den itibaren motorlara takılarak buji ile ateşleyen elektrikli ateşleme sistemi ve bu sayede motor gücü de arttırılmıştır.

1911 de Cadillac, otomobillerinde marş motorunu kullanmaya başladı. Böylece ilk hareket kolaylaştırıldı. Artık kola ihtiyaç kalmadı.

1914 de dinomonun icadı ile karpit lambaların yerini farlar almaya başladı.

1921 de elektrikli kornalar, elle sıkılarak öttürülen lastikli kornaların yerini aldı.

1923 de ilk defa otomobiller renkli boyanmıştır.

1926 da elektrikli cam silecekleri kullanılmaya başlandı.

1928 de batarya ile ateşleme sistemi otomobillere uygulandı.

Günümüzde kullanılmakta olan otomobillerdeki motorlar, yapım ve donanım bakımından değişik durumlar göstermekte ise de, prensip hala, 1876 da Otto’nun ortaya koyduğu dört zaman prensibidir.

İlk yıllarda imal edilen otomobil motorlarının silindir adetleri az, kompresyonları ve güçleri düşüktü, hantal ve ağırdı. Ekzos sistemleri iyi olmadığı için gürültülü ve dolma tip lastik kullanıldığı için sarsıntılı çalışırlardı.

Metalurji ilmi ilerledi ve daha hafif metallerle otomobil ve motorları imal edildi. Sessiz, sarsıntısız ve güçlü otomobiller imal edildi.

İlk otomobillerde, aynı fabrıkanın imalatı olan otomobillerde bile parçalar birbirine uymazdı. Ancak otomobiller çoğaldıkça ve otomobillere ihtiyaç arttıkça, değiştirebilir parçalar yapılmıştı, yani seri imalat başlamış oldu.

İçten yanmalı ilk otomobilin yapıldığı 1886 yılından günümüze kadar henüz 108 yıl (1994 yılına göre) geçmesine rağmen, teknoloji büyük gelişmeler kaydetmiştir. Elektronik ateşleme sistemli, yakıt enjeksiyon sistemli, bilgisayar kontrollu ve katalizörlü otomobiller imal edilmiştir.

yazılar için kaynak: http://arabalar.cc

24 Eylül 2008 Çarşamba

JULIANUS SUTUNU - JULYANUS SUTUNU


JULIANUS SÜTUNU - ANKARA

"Belkıs Minaresi" olarak bilinen bu sütunun; Roma İmparatoru Flavius Claudius Iulianus (MS.331-363) un Pers Seferi’nden dönerken, Ankara’dan geçtiğinde, MS.362 de dikildiği söylenir.
Evvelden Taşhan’ın yanındaymış, Cumhuriyet’ten sonra, Valilik Binası önündeki bu günkü yerine nakledilmiş. Hiçbir yazıtı yok.
15 metre yüksekliğindedir ve kare bir kaide üzerinde üst üste konulmuş daireler şeklinde tuğladan yapılmıştır. Başlığı yapraklarla süslü, kaidesi ve gövdesi ise çok sade. Gövdesinde bir çok yivli halka şekilli beyaz taşlar üst üste konulmuş, fakat yekpare gibi görünüyor.

yazılar için kaynak. http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?p=137640

22 Eylül 2008 Pazartesi

HATMI CICEGI - ALCEA OFFICINALIS

HATMİ ÇİÇEĞİ (Alcea Officinalis)

Öksürüyor musunuz? Bir bardak hatmi çayı tam sizin için..


Ebegümecigiller familyasından olan hatmi, içerdiği iyileştirici zamk sayesinde yıllardır bir çok hastalığın tedavisinde kullanılır. Çok uzun zaman önce Çin’den getirilmiş bu bitkiyi eski Mısır ve Suriye halkı sağlık amacıyla yerdi. Adı, Antikçağ filazofları olan Pisagor, Plato ve Virgil’den kalan kitaplarda geçer. Tarihi bu kadar eskilere dayanan hatmiyi Romalılar da yemeklerinde kullanırlardı.

Uzun ömürlü ve dayanıklı bir bitkidir. Yapraklarında bulunan yapışkan sıvı sayesinde kurutulup çay yapılabilir ve iç hastalıklara iyi gelir. Yazın ve sonbaharda rastlamak mümkün. İyileştirici yapışkan sıvı kurutulmuş kökünde de bolca bulunur. Değişik renkte çiçekler vermesinden dolayı süs amaçlı da kullanılır.

Nelere faydası vardır?
- Öksürüğe iyi gelir
- Uyku problemini giderir
- Balgam söktürür
- Vücuda rahatlık verir
- Nezleyi geçirir
- Üst solunum yolları, diş ve barsak iltihaplarında etkilidir
- İdrar söktürür
- Mideye iyi gelir

Nasıl kullanılır?
-Çayı yapılır: 1 litre kaynamış su içine atılan bir kaç kurutulmuş hatmi yaprağı bekletilir ve süzülerek içilir.
- Sofrada: Kurutulmuş yapraklar çorbaların üzerine serpilir. Ayrıca kümes hayvanları içi doldurulup pişirilirken hatmi yapraklarıyla tatlandırılır.
- Kompres yapılır: Yaprakları suda kaynatıldıktan sonra iyice ezilir. Göz kompresi yapılır.
- Güzellik için: Kaynatılan yaprak ve kökünden çıkan sıvı, ya da soğuk suya bastırılmış kökünden elde edilen sıvı, cilt üzerine uygulandığında nemlendirir ve güneş yanıklarına iyi gelir. Ayrıca yağsız saçlar bu sıvıyla canlandırılır.
Arzu Dedeoğlu

Uzm. Dyt. Bengül Akgün

kaynak.
http://saglik.turk.net/Diyet/diyet_guncel.asp?TID=42&pg=1

18 Eylül 2008 Perşembe

NAIMA (MUSTAFA NAIMA)

Mustafa Naimâ, kısaca Naimâ

(1655,Halep - 1716, Mora), meşhur Türk tarihçisi ve vakanüvisidir.
Genç yaşta İstanbul'a gelerek 1682'de Sarayı Atik baltacılar ocağına girdi. Divan-ı Hümayun katibi oldu. Bu sırada tarih incelemeleri yaptı. 1700 tarihinde, Amcazade Hüseyin Paşa'nın kendisine verdiği, Sarihülmenarzade Ahmet Efendi'nin tarih müsvettelerine dayanarak, 1704 yılında vakanüvis olarak kitabını yazmaya başladı. Edirne vakasından sonra Damat Hasan Paşa ve Damat Ali Paşa'ya yakınlaştı. 1716 yılında, Mora'da defter eminliği yaptığı sırada vefat etti.
"Doğu ve Batının haberlerinin özeti hakkında Hüseyn'in Bahçesi" adlı eserini 1574'te başlatıp, 1651'e kadar getiren Naima, olayların iç yüzünü aydınlatan, genellikle sade fakat nükteli ve değerli ayrıntıları kapsayan bu eseriyle, tarih ve aynı zamanda devrin sosyal hayatını tasvir etmişti. Naima, Osmanlı tarihinin 1591’den 1659’a kadar cereyan eden kısmını içeren çok önemli bir eser bırakmıştır.
Nâimâ, ilk resmî vak'anüvis ve Osmanlı tarihçileri arasında en ünlü kişidir. Dîvan Mektupçuluğu, Başmuhasebecilik vesaire yaptı. Nâimâ memurluk hayatında bazen yükselip bolluğa kavuştu, bazen atılıp sıkıntı çekti. Bir aralık Alanya ve Bursa'ya da sürüldü. Çorlu'lu Ali Paşa onu Mora seferine beraber götürdü. Nâimâ, 1715 yılında Patras'da muhasebeci iken 63 yaşında öldü ve bu kasabada bulunan bir caminin bahçesine gömüldü.
Osmanlı tarihçileri, genellikle saray dahilinde cereyan eden olaylara pek nüfuz imkânını bulamadıkları ve kulaktan kulağa bir şeyler duysalar bile, hayatlarından korktukları için, olayları aktarmada yüzeysel kalmışlardır. Oysa, Nâimâ cesaretle davranmış, hatta III. Ahmet'in, tahta geçer geçmez 19 erkek kardeşini nasıl idam ettirdiğini bile açık açık anlatmıştır:
"Padişah-ı Cihanpenah'ın biraderi olan on dokuz nefer şehzade-i bî-günah, nizam-ı alem için, kemend-i cânistan ile şüheda zirvesine ilhak edilirlerken, yetişkin olmayanların, annelerinin kucağından alınıp canlarına kıyılmasını harem-i hümayun vaveyla ve göz yaşlarına gark olarak seyreylemiştir..."
Nâimâ, tarih yazışına yepyeni bir stil getirmiştir. Onun renkli ve çekici bir üslûbu vardı. Olayları, bunları doğuran sosyal çevre ile beraber görüp anlattı. Halkın ve memleketin bu devirdeki hayatı Nâimâ'nın eserinde canlandı. Padişah ve vezirlerin eksik yönlerini, hatalarını güçlü bir ifade tarzıyla yazdı ve eleştirdi.
Nâimâ, tarih olaylarının ve bunları meydana getiren şahısların iç dünyalarına da sızarak yepyeni bir tarih edebiyatı ve sanatı ortaya koydu. Bu eser tarih edebiyatımızın en değerli eserlerinden biridir.
Nâimâ'nın bu düzenli eserini ilk kez İbrahim Müteferrika iki cilt olarak bastı. Daha sonra eser altı cilt olarak yeniden yayınlandı. Nâimâ Tarihi, Osmanlı tarihleri içinde önde gelen tarih kitaplarından biridir.

kaynak.1. biyografi.net 2. vikipedia.org

12 Eylül 2008 Cuma

TURKIYE POSTALARI


TÜRKİYE POSTA TARİHİ GELİŞİMİ
TÜRKİYE POSTALARI

1840 Posta Nezareti'nin kurulması
1855 Telgraf Müdürlüğü'nün kurulması
1871 Posta Nazırlığı ile Telgraf Müdürlüğü'nün birleştirilmesi
1901 Havale (para transferi) işlemlerinin başlaması
1909 Telefon hizmetleri ile kurumun PTT Nezaretine dönüştürülmesi
1939 PTT Genel Müdürlüğü olarak Ulaştırma Bakanlığı'na bağlanması
1984 Kamu İktisadi Kuruluşu statüsüne geçirilmesi
1995 PTT'nin T.C. Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü ve Türk Telekomünikasyon A.Ş. olarak yeniden yapılandırılması Havale ve Posta Çeki İşlemlerinde Otomasyona Geçilmesi
1999 Tahsilat İşlemlerinde Garanti Bankası (Körfezbank) ile işbirliğine gidilmesi
2000 T.C. Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü'nün T.C. Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğü tüzel kişilik ismi ile değiştirilmesi
2004 PTTBank isminin tescili

İlk Posta Teşkilatı Tanzimat Fermanı ile yaşanan gelişmelerin sonucu olarak Osmanlı Devletinin tüm halkının ve yabancıların posta ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla Nezaret olarak 23 Ekim 1840 tarihinde kurulmuştur.

İlk Postahane ise İstanbul'da Yeni Camii avlusunda Postahane-i Amire adı ile açılmış İlk memurlar Süleyman Ağa, tahsildar Sofyalı Ağyazar Türkçe dışında yazılmış gönderilerin adreslerini tercüme etmek üzere mütercim olarak atanmışlardır.

1843 yılında telgrafın icadını müteakip 11 yıl sonra ülkemizde de telgraf hizmeti başlamış, bu hizmeti disipline etmek üzere 1855 yılında ayrı bir Telgraf Müdürlüğü kurulmuştur.

1871 yılında ise Posta Nazırlığı ile Telgraf Müdürlüğü birleştirilerek Posta ve Telgraf Nezaretine dönüştürülmüştür.

1876 yılında milletlerarası posta nakli şebekesi kurulmuş, 1901 yılında ise koli ve havale işleminin kabulüne başlanmıştır.

23 Mayıs 1909 tarihinde ilk manuel telefon santralının İstanbul'da hizmete verilmesinden sonra Posta ve Telgraf Nezareti, 1909 yılında Posta, Telgraf ve Telefon Nezareti haline dönüştürülmüş, 1913 yılında da Posta, Telgraf ve Telefon Umum Müdürlüğü adını almıştır.

Cumhuriyetimizin ilk yıllarında İçişleri Bakanlığına bağlı olarak görev yapan PTT Genel Müdürlüğü 1933 yılında katma bütçeli bir idare olarak Bayındırlık Bakanlığına, 1939'da ise Ulaştırma Bakanlığına bağlanarak hizmetine devam etmektedir.

1954 Yılında Kamu İktisadi Teşebbüsü (KİT) olan PTT Genel Müdürlüğü, 1984 yılında Kamu İktisadi .Devlet ,Teşebbüslerinin yeniden düzenlenmesi ile ilgili olarak çıkarılan 233 sayılı KHK ile Kamu İktisadi Kuruluşu (KİK) statüsüne geçirilmiştir.

18.06.1994 tarih ve 4000 sayılı Kanun ile PTT İşletmesi Genel Müdürlüğünün, T.C. Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü ve Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi şeklinde yeniden yapılanması öngörülmüş olup, 24.04.1995 tarihinden itibaren T.C. Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü müstakilen çalışmaya başlamıştır.

29.01.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4502 sayılı kanunun 24. maddesi ile "T.C. Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü" olan Kuruluşumuzun adı "T.C. Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğü" (PTT) olarak değiştirilmiştir.

kaynak. www.ptt.gov.tr

10 Eylül 2008 Çarşamba

AHMED VEFIK PASA

Ahmet Vefik Paşa(d.03 Temmuz 1823, İstanbul– ö. 02 Nisan 1891, İstanbul).

Osmanlı devlet adamı, diplomatı ve oyun yazarı. Türkçülük hareketinin öncülerinden. İki defa Maarif Nazırlığı (Eğitim Bakanı) yaptı, 04 Şubat 1978 - 18 Nisan 1878 ve 01 Aralık 1882 - 03 Aralık 1882 tarihleri arasında iki defa Başvekillik (Sadrazamlık, Başbakanlık) görevine getirildi.

Hariciye Nezareti memurlarından Ruhittin Efendi’nin oğludur. 1831 yılında İstanbul’da başladığı eğitimini, babasının görevi nedeniyle gittiği Paris’te Saint Louis Lisesi’nde tamamladı. Paris’te bulunduğu süre içinde Fransızca’yı anadili gibi öğrendi ve 1837’de yurda döndüğünde tercüme odasında çalıştı. 1840’da elçilik katibi göreviyle Londra’ya gitti ve İngilizce öğrendi.

Sırbistan, İzmir, Eflak ve Boğdan’da görev yaptıktan sonra 1842'de İstanbul’a döndüğünde başmütercim olarak tercüme odasında görev aldı ve Devlet Salnamesi (Yıllığı) hazırlanmasında görevlendirildi. İlerleyen yıllarda çeşitli görevlerde bulunduktan sonra Tharan’a elçi olarak atanarak Fars dilini ve İran tarihinin kökenlerini öğrendi. Elçilik binalarına bayrak asma adetini getiren, Tahran’da elçi iken elçilik binasını Osmanlı Devleti toprağı olarak ilan edip bayrak çektiren Ahmet Vefik Paşa olmuştur.

1857’de kısa bir süre için Adalet Bakanlığı görevine getirildi. 1860’ta Paris büyükelçisi, 1861’de Bursa’da Evkaf Nazırı oldu. Halkın şikayetleri üzerine Bursa’daki görevinden alınarak yıllarca resmi bir görev verilmedi, bu süre içinde Türk tarih ve edebiyatına yeni eserler ve tercümeler kazandırdı. 1872’de birinci defa olarak Maarif Nazırı oldu ama 1873’de görevden alındı. Kısa bir süre Edirne Valiliği yaptı. 1878’de tekrar Maarif Nazırı, daha sonra da Başvekil oldu ama görevden alındı. 1879-1882 yılları arasında Bursa valisi olarak görev yaptı, tekrar başvekil atandı ama 3 gün sonra görevden alındı. Ölümüne kadar Rumelihisarı’ndaki evinde ilmi ve edebi çalışmalar yaptı. 02 Nisan 1891’de İstanbul’da ölmüştür, mezarı Rumelihisarı mezarlığındadır.

İlk Türkçe sözlüklerden biri olan Lehçe-i Osmani'yi hazırlayan, Türk tarihinin Osmanlı ile başlamadığını gündeme getiren ve savunan Ahmet Vefik Paşa, bazılarına göre Osmanlı Türkleri’nin ilk Türkçüsüdür. Fezleke-i tarih-i Osmani(Kısa Osmanlı Tarihi) ve Hikmet-i Tarih (Tarih Felsefesi) adlı tarih eserleri vardır. Şecere-i Türki isimli eseri Çağatay Türkçesi'nden Osmanlı Türkçesi'ne çevirmiştir.

Bursa valiliği sırasında bugün kendi adıyla anılan bir tiyatro yaptırdı. Moliere’in 16 eserini uyarladı, Viktor Hugo ve Voltaire’in eserlerini tercüme etti. Ahmet Vefik Paşa, tiyatroda, Tomas Fasulyacıyan Kumpanyasına kendi tercüme ve adaptasyonlarını oynattırır, her gün provalara gider, bir rejisör gibi oyunla ilgilenir ve memurları oyunu izlemeye mecbur tutardı. Bu tür hareketleri yüzünden tuhaf bir adam olarak tanındı.

9 Eylül 2008 Salı

DR. BESIM OMER AKALIN

Prof. Dr. Besim Ömer Akalın

(d. 01 Temmuz 1862, İstanbuL – ö. 19 Mart 1940), Türk bilim adamı, sivil toplum örgütçüsü ve milletvekili.

Babası Nardalı Ömer Şevki Paşa Osmanlı Meclis-i Mebusan'da görevliydi, annesi Afife Hanım ise Yaşar Paşa'nın kızıydı. Ailenin Macide adlı bir kızları ve Azmi, Agah ve Kemal Ömer adlı üç erkek çocukları vardı.

İlk öğrenimini Priştine'de yaptı. Ortaöğrenimine Kosova Mülkî Rüştiyesinde başladı, Kuleli Askerî Tıbbiye İdâdisinde tamamladı. Yüksek öğrenimini Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'de askerî öğrenci olarak ve her sınıfta birinci olarak 1885'te bitirdi. Uzmanlık eğitimini Paris'te Chartie Hastanesinde Prof.Dr. Budin ve Prof.Dr. Pinard'ın yanında asistan olarak çalışarak 1891 yılında tamamladı.

Görevleri

  • 1888 Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'de Fenni Kıbâle muallimi (Tıp fakültesinde bilimsel doğum profesörü)
  • 1895 ek görev olarak Ebeler Okulunda ebeler muallimi
  • 1898 ek görev olarak Seririyat-ı Viladiye muallimi (Doğum kliniği)
  • 1910 Tıp Fakültesi Reisi (Dekan)
  • 1912 Sıhhat Umum Müdürü
  • 1914 Tıp Fakültesi Reisi
  • 1915 Darülfünun Emini (Üniversite Rektörü-İlk rektör)
  • 1935 V. Dönem Bilecik Milletvekili

Başarıları

Kitapları ve verdiği eğitimler ile modern ebeliğinkurumsallaşmasında büyük rol oynamıştır. Ebelere verdiği önem nedeni ile bir dönem "ebelerin ebesi" adı ile anıldı. Tıp Fakültesinde verdiği dersler ile binlerce doktorun yetişmesinde katkısı oldu. Sürekli yayınladığı "Nevsâl- i Âfiyet" yıllıkları ile tıbbi yayıncılığı başlatmış oldu. Toplum sağlığı ve koruyucu hekimlik kavramlarına önem veren ilk bilim adamıdır.Veremle Mücadele Cemiyeti, Türk Tıp Tarihi Kurumu, Himaye-i Etfâl (Çocuk Esirgeme Kurumu), Süt Damlası, Türk Hastabakıcılar Cemiyeti, Hilal-i Ahmer (Kızılay) kadınlar kolu gibi pek çok sivil toplum kuruluşunun ya kurucularındandı yada ilk Genel Başkanları olmuştu.[1] 400'den fazla bilimsel makalesi yayınlandı, 70'ten fazla kitap yazdı, çeşitli gazete ve dergilerde sürekli yazıları çıktı.

Eserleri

  1. Sıhatnuma-i İzdivaç (1891)
  2. Sıhhatnuma-i Tenasül (1891)
  3. Sıhhatnuma-i Etfal (1885)
  4. Sıhhatnuma-i Aile (1886)
  5. Sıhhatnuma-i Nevzat yahut Beşik-Kundak-Emzik (1894)
  6. Tabib-i Etfal (Fransızcadan tercüme) (1896)
  7. Tenasül (1889)
  8. Ukm-ı İnanet (1888)
  9. Zayıf ve Vakitsiz Doğan çocuklara Takayyüd (1886)
  10. İpnotizma-Manyetizma (1889)
  11. Mukeyyifat ve Müskirattan Tütün (1886)
  12. Müskirat (1887)
  13. Afyon ve Esrar (1887)
  14. Deniz Banyoları (1890)
  15. Şişmanlık ve Zayıflık (1885)
  16. Gözlerin Hıfz-ı Sıhhati (1886)
  17. Dişlerin Hıfz-ı Sıhhati (1883)
  18. Su (1883)
  19. Kendini Bil (1894)
  20. Midenin Hıfz-ı Sıhhati (1892)
  21. Çocuklara Aş (1898)
  22. İdadiler için Hıfz-ı Sıhhat (1914)
  23. Veba (1886)
  24. Yalova Kaplıcası (1901)
  25. Fransa Mont Dore Kaplıcası (1928)
  26. Irzahane (1903)
  27. Doğururken ve Doğurduktan sonra (1904)
  28. Küçük Çocuklara Vefeyat Kesreti (1906)
  29. Çocuk Sıhhati Serisi (6 kitap)
  30. Nevsal-i Afiyet Birinci Sene (1899)
  31. Nevsal-i Afiyet Salname-i Tıbbi (1900)
  32. Nevsal-i Afiyet Salname-i Tıbbi (1904)
  33. Nevsal-i Afiyet Salname-i Tıbbi (1906)
  34. Emraz-ı Nisa (1898)
  35. Hastabakıcılık Dersleri (1915)
  36. Ebelik Dersleri (1928)
  37. İlk İmdad ve Muavenet (1918)
  38. Yüz yıl Yaşamak (1927)
  39. Fen ve İzdivaç (1924)
  40. Güç Doğum (1933)
  41. Kısırlık (1931)
  42. Doğum Tarihi (1932)
  43. Üzüm ve Üzümle Tedavi (1933)
  44. Gençliği koruma Çok yaşama (1934)
wikipedia
kaynakça:
1-
Hanımefendilere Hilâl-i Ahmer'e dair konferans,Hazırlayan:İsmail Hacıfettahoğlu,2007,Türkiye Kızılay Derneği Yayınları

5 Eylül 2008 Cuma

PERSANES - PERSIAN - PERS

postes persanes - 5 ch

postes persanes - 3 ch

postes persanes - 3 kr

postes persanes - 2 kr

postes persanes - 26 ch

postes persanes - 20 kr

postes persanes - 13 ch

postes persanes - 12 ch

postes persanes - 6 ch - 1914

postes persanes - 5 ch - 1914

postes persanes - 2 ch - 1914

postes persanes - 1 ch - 1914

postes persanes - 24 ch - 1914

postes persanes - 12 ch - 1914

postes persanes - 10 ch - 1914

postes persanes - 9 ch - 1914

pers pulları - persanes stamps

4 Eylül 2008 Perşembe

OMER SEYFETTIN


Ömer Seyfettin (1884-1920)

Türk yazar, asker ve öğretmen. Türk öykücülüğünün kurucu ismidir. Ayrıca edebiyatta Milliyetçi akımın kurucularındandır, Türkçede sadeleşmenin savunucusudur. Kısa ömrüne çok sayıda eser sığdırmıştır. En tanınan eseri "Kaşağı" isimli öyküsüdür.

1884 yılında Gönen'de (Balıkesir) doğdu. Yüzbaşı Ömer Şevki Bey'le, Fatma Hanım'ın ikisi küçük yaşlarda ölen dört çocuğundan birisidir. Öğrenimine Gönen'de bir mahalle mektebinde başladı. Ömer Şevki Bey'in görevinin nakli dolayısıyla Gönen'den ayrılan aile İnebolu ve Ayancık'tan sonra İstanbul'a geldi.

Ömer Seyfettin, önce Mekteb-i Osmanî'ye, 1893 ders yılı başında da Askerî Baytar Rüştiyesi'ne kaydedildi. Bu okulu 1896'da tamamlayarak Edirne Askerî İdadîsi'ne devam etti. 1900'de İdadî'yi bitirerek İstanbul'a döndü. Burada Mekteb-i Harbiye-i Şahâne'ye başladı. 1903 yılında Makedonya'da çıkan karışıklık üzerine "Sınıf-ı müstacele" denilen bir hakla imtihansız mezun oldu.

Ömer Seyfettin, mezuniyetten sonra piyade asteğmeni rütbesiyle, merkezi Selanik'te bulunan Üçüncü Ordu'nun İzmir Redif Tümeni'ne bağlı Kuşadası Redif Taburu'na tayin edildi. 1906'da İzmir Jandarma Okulu'na öğretmen olarak atandı. Bu, Ömer Seyfettin için önemlidir; zira bu vesileyle İzmir'deki fikrî ve edebî faaliyetleri takip edecek ve bunlar içerisinde yer alan gençlerle tanışacaktır. Nitekim batı kültürünü tanıyan Baha Tevfik'ten Fransızca bilgisini artırmak için teşvik gördü; Necip Türkçü'den ise sade Türkçe ve millî bir dille yapılan millî edebiyat konusunda önemli fikirler aldı.

Ömer Seyfettin Ocak 1909'da Selanik Üçüncü Ordu'da görevlendiridi. Selanik'te çıkmakta olan Hüsün ve Şiir dergisinin ismi Akil Koyuncu'nun istek ve ısrarı üzerine Genç Kalemler'e çevrildikten sonra 11 Nisan 1911'de Ömer Seyfettin'in Yeni Lisan isimli ilk başyazısı imzasız olarak yayımlandı.

Genç Kalemler yazı heyetini oluşturanlar Balkan Savaşı'nın başlaması üzerine dağılmak zorunda kaldı. Ömer Seyfettin yeniden orduya çağrıldı, Yanya Kuşatması'nda esir düştü. Nafliyon'da geçen 1 yıllık esareti sırasında sürekli okumuştu. "Mehdi", "Hürriyet Bayrakları" gibi hikâyelerini bu dönemde yazdı. Hikâyeleri Türk Yurdu'nda yayımlandı. Esareti süresince gerek okuyarak, gerekse yaşayarak yazarlık hayatı için önemli olacak tecrübeler kazandı.

Ömer Seyfettin 1913'te esareti bitince İstanbul'a döndü. 23 Ocak 1913'te Enver Paşa'nın organize ettiği Babıali Baskını'na katıldı. Daha sonra askerlikten ayrıldı, yazarlık ve öğretmenlikle hayatını kazanmaya başladı. Türk Sözü dergisinin başyazarlığına getirildi ve burada Türkçü düşüncenin sözcülüğünü yapan yazılar yazdı. 1914 yılında Kabataş Sultanisi'nde öğretmenlik görevine başladı ve bu görevini ölümüne kadar sürdürdü.

1915'te İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelenlerinden Doktor Besim Ethem Bey'in kızı Calibe Hanım'la evlenmiştir. Bu evlilik Güner isimli bir kız çocuğuna rağmen bozulunca tekrar yalnızlığına döndü.

1917'den ölüm tarihi olan 6 Mart 1920'ye kadar geçen zaman birçok acı ve sıkıntıya rağmen verimli bir hikâyecilik dönemini içine alır. Bu dönemde 10 kitap dolduran 125 hikaye yazdı. Hikâye ve makaleleri Yeni Mecmua, Şair, Donanma, Büyük Mecmua, Yeni Dünya, Diken, Türk Kadını gibi dergilerle Vakit, Zaman ve İfham gazetelerinde yayımlandı. Bir yandan öğretmenlik yapmayı sürdürdü.

Hastalığı 25 Şubat 1920'de artınca yazar 4 Mart'ta hastahaneye kaldırıldı. 6 Mart 1920'de hayata gözlerini yumdu. Önce Kadıköy Kuşdili Mahmut Baba Mezarlığı'na defnedilir. Daha sonra mezarı buradan yol geçeceği veya tramvay garajı yapılacağı gerekçesiyle 23 Ağustos 1939'da Zincirlikuyu Asri Mezarlığı'na nakledildi.

En yakın arkadaşı Ali Canip Yöntem, onun hayatını ve mizacını anlatan, en kuvvetli hikayelerinİ içeren Ömer Seyfettin ve Hayatı adlı bir kitap yazdı ve bu kitap 1935 yılında yayımlandı. Kısa bir süre sonra da bütün hikâyeleri bir kitap serisi halinde basılmıştır ve bu hikayeler günümüzde de sevilerek okunmaktadır.

kaynak: wikipedia

2 Eylül 2008 Salı

PULCULUK - FILATELI KULUBU KURALIM


HAYDİ ÖĞRENCİLER, ÖĞRETMENLER, VELİLER PULCULUK KULÜBÜ KURALIM!

"Pulculuk" artık resmi olarak okullarda var.
Bu yıl başında gerekli yasal düzenlemeler yapıldı. Fakat asıl şimdi yapılması gereken çok sey var.
Pulculuk kulübü'nün okullarda yaygınlaşması öğrenci-veli-öğretmenlerin ve okul yönetiminin desteği ile olabilecektir. Şimdi bu konuda destek verme ve çocuklarımızı tekrar filateli konusunda eğitmeye başlama onları teşvik etme ve destek olma zamanı.
Pekçok zararlı alışkanlığın çocuklarımızı çepeçevre kuşattığı günümüzde, onlar için hem eğlenceli hem de araştırmaya sevk eden bu arada bilgilenmelerine destek olan pul biriktirme konusunda tabii ki bizlerin ve eğitmenlerinin desteklerine ihtiyaçları var.
Şimdi pul severler olarak pulculuğun değerini bilen tüm eğitimcilere sesleniyoruz "Haydi hep beraber okullarımızda pulculuk külübü kuralım. "

Resmi Gazete'nin 02 Mart 2008 Pazar tarih ve 26804 no'lu sayısında yayınlanan; "MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI İLKÖĞRETİM VE ORTAÖĞRETİM KURUMLARI SOSYAL ETKİNLİKLER YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK"in 7. maddesi ile okullarda kurulabilecek öğrenci kulüpleri listesi yeniden düzenlendi Öğrenci kulüpleri çizelgesine "Pulculuk Kulübü" de eklendi. Pulculukla ilgilenenlerin sayısının her geçen gün azaldığı günümüzde, yeni neslin tekrar konuyla ilgilenmesine destek olacağına inanıyorum.
Pulculuk konusunda gereken önemin verilmesini sağlayan ve bu listeye dahil edilmesine katkıda bulunan, emeği geçen herkese bir pul koleksiyoncusu olarak teşekkür ederim.