Kişiler_TR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kişiler_TR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2009 Salı

MUHSİN ERTUĞRUL

MUHSİN ERTUĞRUL (d. 07 Mart 1892, İstanbul - ö. 29 Nisan 1979, İstanbul)
7 Mart 1892’de İstanbul’da doğan Muhsin Ertuğrul, özel Tefeyyüz Mektebi’nde okurken tiyatroya ilgi duydu ve aktör olmaya karar verdi. 30 Temmuz 1910’da Burhanettin Kumpanyası’nda sahneye çıktı ve Othello, Hamlet piyeslerini oynadı. Bir süre sonra İsmail Galip Arcan, Behzat Budak gibi oyuncu arkadaşlarıyla kurduğu “Yeni Turan Temsil Heyeti”nde yönetmenlik ve oyunculuk yaptı, Şehzadebaşı’nda açtığı Ertuğrul Sineması’nda ise film öncesi kısa gösteriler sundu.
Muhsin Ertuğrul, 1913 sonunda karıştığı bir siyasi olay nedeniyle sınır dışı edilince Fransa’ya gitti. Paris konservatuarına tüm uğraşmalarına karşın giremedi, ancak oradaki tiyatrolar ve sinema stüdyolarında gözlemler yaptı. İstanbul’a döndüğünde “Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları” topluluğunu kuran sanatçı, kuruluş çalışmalarına katıldığı Darülbedayi’de öğretmenliğe atandı. Ancak, I. Dünya Savaşı başlayınca Darülbedayi, tiyatro okulu olmaktan çıkıp bir tiyatro topluluğuna dönüştü. Bunun üzerine sanatçı Berlin’e giderek sinema ve tiyatro incelemelerinde bulundu, Karanlıkta Işık filminde uzun bir rol oynadıktan sonra İstanbul’a döndü.
1917’de Halit Fahri Ozansoy’un Baykuş piyesini sahneleyen Ertuğrul, başrolde ihtiyar bir köylüyü oynadığında 25 yaşındaydı. Kısa bir süre yeniden Berlin’e giderek Beranien Düşesi filminde ihtilalci bir subay rolünü oynadı ve yurda döndükten birkaç ay sonra Temaşa dergisinde sinema eleştirileri yazdı.
Robert Kolej’de, Halide Edip’in librettosunu yazdığı, Vedi Sabar’nın bestelediği Kenan Çobanları operasını hazırladı. İstanbul Film Şirketi adına başrolünü de oynadığı Samson filmini çekti, yanı sıra Üstat Film Şirketi’nde yönetmenlik yaptı. 1921’de Darülbedayi’de yönetmen olarak göreve başlayan Ertuğrul, yönetin kurulunun ve diğer birimlerin sanatçılardan oluşması için girişimlerde bulununca, arkadaşlarıyla birlikte Darülbedayi’den çıkarıldı. Bunun üzerine çeşitli filmler çekmeye başladı ve Kurtuluş Savaşı üzerine ilk belgesel sayılan Zafer Yolları adlı filmini gerçekleştirdi.
Türk tiyatro tarihinde “Ferah dönemi” olarak bilinen çalışmalarını Ferah Sineması’nda sürdürürken 1925’te gittiği Sovyetler Birliği’nde Meyerhold, Stanislavski, Ayzenştayn gibi sanatçılarla tanıştı; Tamilla ile Spartaküs filmlerini çekti. İstanbul’a döndüğünde Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ’ın önerisiyle Darülbedayi’de sanat yönetmeni oldu.
İlk sesli Türk filmi olan İstanbul Sokaklarında ve Bir Millet Uyanıyor filmlerinin çeken Ertuğrul, bu dönemde operetlerle revülere ağırlık verdi ve 15 Aralık 1932’de “Goethe Madalyası” ile onurlandırıldı.Karım Beni Aldatırsa, Söz Bir Allah Bir, Leblebici Horhor Ağa, Aysel Bataklı Damın Kızı filmlerinde senarist olarak Mümtaz Osman takma adını kullanan Nâzım Hikmet’le çalıştı.
Eşi Neyyire Neyir ile bir süre Perde ve Sahne dergisini çıkaran Ertuğrul, açılması için uğraş verdiği İstanbul Açık Hava Tiyatrosu’nda Kral Oidipus’u sahneledi. 1949 Temmuz’unda Devlet Tiyatrsosu ve Operası genel müdürlüğüne atandı ve Büyük Tiyatro’yu gösterilere açtı. Bir Komiser Geldi oyunundaki müfettiş rolüyle oyuncu olarak son kez sahnede görünen sanatçı, 1950’de Büyük Tiyatro’da balo yapılmasına karşı çıkınca Demokrat Parti iktidarının tepkisini çekti ve görevinden istifa etti.1958’de görevden alınan sanatçı, bir yıl sonra İstanbul Şehir Tiyatrosu baş rejisörü oldu;1964’te Türkiye’de ilk kez Brecht’in bir oyununu Sezuan’ın İyi İnsanı’nı ve Shakespeare’in 400. doğum yıldönümü nedeniyle beş sahnede beş Shakespeare oyunu sahneletti. Bu çalışmaları eleştiriler aldı ve 1966’da İstanbul Belediye Meclisi’nin kararıyla baş rejisörlük kadrosu kaldırıldı. Basında ve TBMM’de sürekli tartışılan “Muhsin Ertuğrul Olayı” tiyatroya indirilen bir darbe olarak yorumlandı. İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nde “tiyatro eleştirisi” dersleri veren Ertuğrul, yeniden çağrılmasına karşın Şehir Tiyatrosu’nda görev almadı.
Kültür Bakanı Talât Halman’ın çabasıyla 23 Ekim 1971’de Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir sanatçıya, Muhsin Ertuğrul’a Devlet Kültür Armağanı verildi.
Şehir Tiyatroları genel sanat yönetmenliğine atandığında 82 yaşında olan Ertuğrul, semt tiyatrosu, öğle tiyatrosu, gezici tiyatro gibi çeşitli uygulamalarla yeni bir tiyatro seferberliği başlattı ancak iç çekişmeler üzerine 1976’da görevi bıraktı.
Çağdaş Türk tiyatrosunun temelini atan ve geliştiren Muhsin Ertuğrul 29 Nisan 1979'da İzmir’de kalp krizi sonucu öldü. Ölümünden bir ay önce Ege Üniversitesi Senatosu, Türk tiyatro ve sinemasına yaptığı hizmetler nedeniyle Ertuğrul’a “fahri doktor” unvanı vermişti.

19 Haziran 2009 Cuma

YAVUZ SULTAN SELİM - I. SELİM'İN KAFTANI

yavuz sultan selim'in kaftanı - 2006

YAVUZ SULTAN SELİM
I. Selim ya da Yavuz Sultan Selim, (d. 10 Ekim 1470, Amasya - ö. 21-22 Eylül 1520)
9. Osmanlı padişahı ve 74. İslam halifesidir.
Babası II. Bayezid, annesi Dulkadiroğulları Beyliği'nden Gülbahar Hatun'dur. Tahtı devraldığında 2.375.000 km2 olan Osmanlı topraklarını sekiz yıl gibi kısa bir sürede 2,5 kat büyütmüş ve ölümünde imparatorluk topraklarının 1.702.000 km2'si Avrupa'da, 1.905.000 km2'si Asya'da, 2.905.000 km2'si Afrika'da olmak üzere toplam 6.557.000 km2'ye çıkarmıştır. Padişahlığı döneminde Anadolu'da birlik sağlanmış; halifelik Abbasilerden Osmanlı Hanedanına geçmiştir. Ayrıca devrin en önemli iki ticaret yolu olan İpek ve Baharat Yolu'nu ele geçiren Osmanlı, bu sayede doğu ticaret yollarını tamamen kontrolü altına almıştır.
Selim, tahta babası II. Bayezid'e karşı darbe yaparak çıkmıştır. Şehzade Selim, tahta çıkmadan önce vali olarak Trabzon'da görev yapmıştır. Yavuz Sultan Selim'e kızını vermiş olan Kırım Hanı Mengli Giray, ona askeri destek sağlayarak tahta geçmesine yardım etmiştir. 1512'de tahta çıkan Sultan Selim, Eylül 1520'de Aslan Pençesi (Şirpençe) denilen bir çıban yüzünden henüz 50 yaşında iken vefat etmiştir.

17 Nisan 2009 Cuma

NURULLAH BERK

nurullah berk - portre - 1990

Nurullah Berk (d. 22 Mart 1906, İstanbul - ö. 9 Ocak 1982, İstanbul)
Türk ressam. Türkiye’ de geometrik-figüratif yapımcılığın (konstruktivizim) ilk temsilcilerinden biridir. Eserlerinde kübizm etkilenmeleri de mevcuttur.
Eğitimi: Galatasaray Lisesini bitirdikten sonra, Sanayi-i Nefise Mektebi' nde İbrahim Çallı ve Hikmet Onat' ın öğrencisi oldu. 1924' te Fransa'ya gitti ve Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulu'nda Ernest Laurent' la çalıştı. 1928' de öğrenimini tamamlayarak Türkiye' ye döndü ve bir grup arkadaşıyla “Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birligi" nin kuruculan arasında yer aldı.
D Grubu1933'te Türkiye'ye döndü ve aynı yıl Abidin Dino, Elif Naci, Zeki Faik İzer, Cemal Tollu ve Zühtü Mürüdoğlu ile birlikte "Türkiye'ye egemen izlenimci tutuma karşı, biçim olarak Batı’ daki çağdaş akımlara paralel kübist ve yapımcı teknik” şeklinde tarif edilen yeni bir anlayışın öncülüğünü yaptı. Berk’in önerisiyle bu grup “D Grubu” ismini aldı.
En tanınmış eserleri: İskambil Kağıtlı Natürmort, Ütü Yapan Kadın, Gömlekçi,Odalık, Dikenler, Kuşlar'dır.
Kazandığı ödüller: Yurtiçi ve yurtdışında birçok sergi açan Berk, 1947'de Ahmet Çanaklı Ödülünü, 1966'da 28. Devlet Resim ve Heykel Sergisi birincilik odülünü ve 1975'te DYO Ödülü Resim Yanşmasını kazandı. Berk'in son 15 yıllık çabası ise "Dogu ile Batı esprilerini kaynaştırmak, geleneksel sanat biçimlerini Bah anlaşıyla bağdaştırmak" biçiminde yorumlandı. 1953'te Suut Kemal Yetkin'le birlikte UNESCO'ya baglı Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Birligi'nin Türkiye ulusal komitesini kuran Berk'in sanat tarihi, resim ve heykel sanatı konulu çok sayıda yayınlanmış yapıtı vardır.

16 Şubat 2009 Pazartesi

ALTINORDU DEVLETİ - BATU HAN

altınordu devleti '1227-1502'- batu han - 1987

ALTINORDU DEVLETİ - BATU HAN

Altın Orda Devleti (Moğolca: Алтан Ордны улс), 
Moğolların kurduğu devletlerden biridir. Kazan ve çevresinde bulunan Kazan Türkleri medeniyeti ve Türk kitlesinin yoğunluğu karşısında Moğol Altınorda yöneticileri, gittikçe Türkleşmişlerdir. Altınordu Devleti olarak da bilinen bu devlet, 13.-16. yüzyıllarda Doğu Avrupa ile İdil Nehri boylarında egemen olmuştur.
Moğol İmparatoru Cengiz Han ölmeden önce topraklarını oğulları arasında paylaştırmıştı. Seyhun Irmağı ile Balkaş Gölü'nün batısındaki yerleri büyük oğlu Cuci Han'a vermişti. Cuci Han'ın küçük oğlu Batu Han, batıya doğru giriştiği seferlerle bu toprakları genişletti. Cuci’nin toprakları sonradan Batu Han ile ağabeyi Orda Han arasında paylaşıldı. Balkaş ile Aral gölleri arasındaki ve Seyhun Irmağı'nın güneyindeki yerler Orda'ya verildi. Harezm ve yeni alınan topraklar Batu'nun yönetimine bırakıldı. Orda'nın yönetimindeki doğu bölgesine Ak Orda , Batu'nun yönetimindeki batı bölgesine de Gök Orda adı verildi. Gök Orda sonradan Altın Orda olarak adlandırıldı.
1242’de Altın Orda Devleti’ni kuran Batu Han, İdil Nehri'nin aşağı havzasındaki Saray kentini kendine başkent edindi ve topraklarını genişletti. 1256’da Batu Han öldüğünde devletin sınırları Kıpçak Bozkırı’nı (Deşt-i Kıpçak), İdil'in aşağı ve orta havzasını, Seyhun ve İdil ırmakları arasındaki Aral Gölü yöresini, Kafkasların Azerbaycan'a kadar olan kesimini kapsıyordu. Altın Orda Devleti, Lehistan (Polonya) ve Litvanya’yı vergiye bağlamıştı.
Batu Han’ın yerine Berke Han geçti. Berke Han, İslam dinini benimsedi ve Moğolların bir başka kolu olan İlhanlılarla savaştı. Bulgaristan'da Bizans ordusunu yendi. 1260’ta, ortaçağın en büyük kentlerinden biri sayılan Saray Berke kentini kurdu.
Berke Han'ın ölümünden sonra Mengü Timur Han, Özbek Han ve Canıbek Han Altın Orda Devleti’nin gücünü korudular. Canıbek Han'ın ölümünden sonra taht kavgaları başladı. Toktamış Han 1380'de Timur'un desteğiyle tahta çıkarak bu çatışmalara son verdi. Daha sonra Timur’un Altın Orda topraklarına sefer düzenlemesi ve taht kavgalarının yeniden başlaması Altın Orda Devleti'ni güçsüz düşürdü. Bu kavgalarla parçalanan Altın Orda Devleti topraklarında Kazan Hanlığı, Kırım Hanlığı, Astrahan Hanlığı, Nogay Hanlığı ve Sibir Hanlığı kuruldu. Kalan toprakları Kırım Hanlığı ele geçirdi ve 1502'de Altın Orda Devleti tarihten silindi.
Altın Orda Devleti'de yönetsel konular soyluların oluşturduğu Kurultay'da görüşülür ve karar bağlanırdı. Topraklar ve otlaklar Moğol soylularının elindeydi. Halk bu toprakları işler, ürünlerin belirli bir bölümünü bağlı oldukları beye verirdi. Göçebe bir toplumdan gelen Altın Orda hükümdarları, göçebeleri yerleşik düzene geçirmeye çalıştılar. Aşağı İdil’de 20’den çok kent kurdular. Bu kentlerin en büyüğü olan Saray Berke’nin nüfusunun 100 binden daha fazla olduğu sanılır.

12 Şubat 2009 Perşembe

AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU

aşık veysel şatıroğlu - '1894-1973' - 1992

Âşık Veysel Şatıroğlu (25 Ekim 1894 - 21 Mart 1973).

Şarkışla’nın Sivrialan köyünde doğdu. 7 yaşında yakalandığı çiçek hastalığından dolayı bir gözünü, daha sonra bir kazasonucu, az gören öteki gözünü yitirdi.
İlk bağlama derslerini babasının arkadaşı Çamşıhılı Ali’den aldı. Yunus, Karac’oğlan, Dertli, Erzurumlu Emrah gibi aşıklardan etkilendi ve türkülerinde onlarla olan duygu yakınlığını yansıttı.
Önceleri usta malı türküler söyleyen Âşık Veysel, 40 yaşlarına doğru kendi şiirlerine ağırlık vermeye ve türküleştirmeye başladı. 1931 yılında gerçekleştirilen Aşıklar Bayramında adı duyulan ve 1933 yılında Atatürk için söylediği bir türküden sonra özellikle Ahmet Kutsi Tecer’in de yardımıyla giderek tüm Türkiye’de tanınmaya başladı. Bu yıllar aynı zamanda Veysel’in kendi türkülerini söylemeye yönelmesi anlamında bir geçiş dönemi olarak sayılabilir. Bu döneme dek köyünden hiç çıkmayan Âşık Veysel bunu izleyen yıllarda Türkiye’nin birçok yöresini dolaşarak kendi yöresi dışında da insanlara türkülerini aktarma fırsatı buldu.
1952 yılında İstanbul’da kendisi için büyük bir jübile yapılan Âşık Veysel’e, 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin özel bir kararıyla aylık bağlandı.
Türkülerinde kendi özgü bir içtenlikle doğadan insan sevgisine hemen her konuyu işleyen Âşık Veysel, İstanbul Radyosunun ilk yayınlarında da türkü söyledi. 1941-46 arasında, Âşık Ali İzzet’le birlikte Köy Enstitülerinde halk türküleri ve bağlama dersleri verdi. Zamanla Veysel ve Ali İzzet’in temsil ettiği bağlama çalma ve türkü söyleme biçimi başlıbaşına bir tavır olarak yerleşti.
Aşık Veysel’in önemli sayılan ancak pek bilinmeyen bir özelliği de köyünde ilk kez meyve bahçesi kuran ve meyve yetiştiren kişi olmasıdır.
Araştırmacılara göre bağlamanın ilk düzeni olarak kabul edilen ve aslında Âşık Süleyman tarafından kullanılan ancak Âşık Veysel aracılığıyla yayıldığından dolayı aşıklama düzeni (la-re-mi), »Veysel Düzeni« olarak da bilinir.
Âşık Veysel'in şiirlerinin toplandığı »Deyişler« (1944), »Sazımdan Sesler« (1950) ve »Dostlar Beni Hatırlasın« (1970) adlı kitaplar yayımlandı.

Yazılar için kaynak Kaynak: Bekir Karadeniz, 1900'den 2000'e Halk Şiiri, Atılım Üniversitesi Yayınları, 2007

15 Ocak 2009 Perşembe

YUNUS EMRE

yunus emre - sevgi yılı - 1991

YUNUS EMRE

Hayatı;
Tarihî hayatı ve şahsiyeti hakkında pek az şey bildiğimiz Yûnus Emre, Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılmaya ve Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde küçük-büyük Türk Beylikleri'nin kurulmaya başladığı 13. yy ortalarından Osmanlı Beyliği'nin filizlenmeye başladığı 14. yy'ın ilk çeyreğinde Orta Anadolu havzasında doğup yaşamış
bir Türkmen hocası, şair bir erendir.

Yûnus'un yaşadığı yıllar, Anadolu Türklüğünün Moğol akın ve yağmalarıyla, iç kavga ve çekişmelerle, siyasî otorite zayıflığıyla, dahası kıtlık ve kuraklıklarla perişan olduğu yıllardır. 13. yy'ın ikinci yarısı, sadece siyasî çekişmelerin değil, çeşitli gayrısünni mezhep ve inançların, batınî ve mutezilî görüşlerin de yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı bir zamandır. İşte böyle bir ortamda, Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî, Hacı Bektaş-ı Velî, Ahî Evrân-ı Velî, Ahmed Fakih gibi ilim ve irfan kutuplarıyla birlikte Yûnus Emre, Allah sevgisini, aşk ve güzel ahlakla ilgili düşüncelerini, her türlü batıl inanca karşı, gerçek İslam tasavvufunu işleyerek Türk-İslam birliğinin oluşmasında önemli vazifeler yapmıştır.

Yûnus Emre, "Risalet-ün Nushiyye" adlı mesnevîsinin sonunda verdiği;
"Söze târîh yedi yüz yediydi
Yûnus cânı bu yolda fidîyidi"
Beytinden anlaşıldığı kadarıyla H. 707 (M. 1307-8) tarihlerinde hayattadır.
Yine, Adnan Erzi tarafından Bayezıd Devlet Kütüphanesi'nde bulunan 7912 numaralı yazmada şu ifadelere rastlanmaktadır: " Vefât-ı Yûnus Emre - Müddet-i 'Ömr 82 - Sene 720"
Bu belgeden anlaşılacağı üzere, Yûnus Emre, H. 648 (M. 1240-1) yılında doğmuş, 82 yıllık bir dünya hayatından sonra H. 720 (M. 1320-1) yılında ölmüştür.

Doğduğu yer konusundaki tartışmalar Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy ile Karaman üzerinde yoğunlaşmaktadır. Menakıpnâmelerle şiirlerinden çıkarılan bilgilere göre Babalılardan
Taptuk Emre'nin dervişidir. Hacı Bektaş-ı Veli ile ilgisi Vilayetname'den kaynaklanmaktadır. Yine şiirlerinden tasavvuf yolunu seçtiği, iyi bir öğrenim gördüğü anlaşılmaktadır. Anadolu kentlerini dolaştığı, Azerbaycan ve Şam'a gittiği, Mevlana'yla görüştüğü de bu bilgiler arasındadır.
Yazılar için kaynak; http://tr.wikipedia.org/wiki/Yunus_Emre

10 Ekim 2008 Cuma

AHMED KAMİL AKDİK


AHMED KAMİL AKDİK '1862-1941'

29 Kasım 1861'de İstanbul'da doğdu. Babası Tersâne-i Âmire erzak anbarı baş kâtibi Süleyman Efendi'dir. Sibyan Mektebi'nde sonra Fâtih Rüşdiyesi'ni bitirdi.1880'de Dâhiliye Muhâsebesi'ne memur oldu.

Sibyan mektebi sıralarında Süleyman Efendi'den hüsn-i hat öğrenmeye başladı. Daha sonra Sâmî Efendi'ye dört yıl devam ederek 1884'de sülüs-nesih yazılarından icâzet aldı. Yazısının güzelliği sebebiyle vazîfesi 1894'te Dîvân-ı Hümayûn Mühimme Kalemi'ne nakledildi. Burada tuğra, dîvânî ve celî-dîvânîyi Sâmî Efendi'den öğrenerek bir yıl sonra nâmenüvisliğe, Sâmî Efendi'nin emekli olması üzerine, Nişân-ı Hümâyun Kalemi Mümeyyizliği ve hutût-ı mütenevvia hocalığına getirildi. 19l5'te kıdemine, yazıdaki dirâyet ve kudretine binâen, Reîsü'l-Hattiâtîn ünvânı verildi. 1914'te açılan Medresetü'l-Hattâtîn'de sülüs-nesih, 1918'de Galata Saray Sultânîsi' nde rik' a hocalığı da yapan Kâmil Efendi, 1922' de Dîvân-ı Hümâyûn'daki vazifesinden emekli oldu. Bundan sonra san'at hayatını Hattat Mektebi ve 1936'da Güzel San'atlar Akademisi'nde hoca olarak verimli bir şekilde devam ettirdi. 1933 ve 1940'ta iki defa Prens Mehmed Ali Tevfik Paşa'nın daveti üzerine Kahire'ye giden Kâmil Efendi, Menyel Sarayı'nda bulunan câmiin yazılarını ve hat müzesinin yazılarını İbnülemin'le beraber tanzim etti. Burada pek çok celî levha ve sülüs-nesih kıt'alar bıraktı. Ahmed Haşim imzalı yazıları da vardır.

Hâfız Osman üslûbunu benimseyen Kamil Efendi, Dîvân-ı Hümâyûn'da yazdığı yüzlerce berat ve menşurdan başka, bir Mushaf-ı Şerîf, tamamlanmamış mushaflar, cüzler, kıt' a ve hilyeler, levhalar yazmıştır.

Nâdîde eserlerin bulunduğu koleksiyonu Topkapı Sarayı Müzesi'nce satın alınmıştır.

23 Temmuz 1941'de vefat eden Hacı Kamil Efendi Eyüb Gümüşsuyu Mezarlığına defnedildi.

yazılar için kaynak; http://www.hikmet.net/content/view/55603/12/


7 Ekim 2008 Salı

SOKULLU MEHMED PAŞA


SOKULLU MEHMET PAŞA '1506-1579'
Sokollu Mehmed Paşa, Kanuni Sultan Süleyman, Sultan İkinci Selim ve Sultan Üçüncü Murad devirlerinde, Osmanlı'da görev yapan, denizci ve sadrazam.
1506 yılında Bosna’nın Sokoloviç kasabasında dünyaya gelen Sokollu Mehmed Paşa, devşirme çocuklar arasında Edirne'ye getirilmesinin ardından, Türk ve Müslüman kültürü ile yetiştirildi. Saraydan kapıcıbaşı olarak çıkan ve Barbaros Hayreddin Paşa'nın ölümünün ardından, Kaptan-ı Derya ve bir süre sonra da Rumeli Valisi olan Sokollu, ilk önemli başarısına, Tameşvar Kalesi'nin fethi ile ulaştı.

Fethin ardından vezir olan Sokollu, 1561'de Üçüncü Vezir iken, Kanuni Sultan Süleyman'ın torunu ve Sultan İkinci Selim'in kızı Esmehan Sultan ile evlendi. İkinci Vezir’liği esnasında Semiz Ali Paşa'nın ölümü üzerine, 1564'te sadrazam olan ve bu seneden ölümüne kadar olan dönemde Osmanlı Devleti'nin idaresini elinde tutan Sokollu, Kanuni Sultan Süleyman'ın son seferi olan Zigetvar Kalesi fethini de, padişah öldükten sonra idare etti.

Kanuni Sultan Süleyman'ın yerine, Sultan İkinci Selim'i tahta çıkaran Sokollu Mehmet, II. Selim döneminde de sadrazamlığa devam ederek devlet işlerini idare etti. Don ve Volga ırmakları arasında açmayı düşündüğü kanal projesinin yanı sıra, Süveyş Kanalı'nı da açmayı planlayan Sokollu Mehmed Paşa, bu planını hayata geçirmek için Sudan'ı zaptetti.

Devlet bünyesinde önemli düzenlemelere imza atan Sokollu Mehmed Paşa, 1579 yılında öldürülmesinin ardından, Eyüp'te defnedildi.

yazılar için kaynak: http://www.biyografi.info/kisi/sokollu-mehmed-pasa

3 Ekim 2008 Cuma

OSMAN HAMDİ BEY


OSMAN HAMDİ BEY '1842-1910'
Osman Hamdi Bey, batı terbiyesiyle yetişmiş ancak içinde bulunduğu kültürden uzaklaşmadan bunu yansıtabilmiş döneminin en önemli ressamlarından biridir. Sanat alanında tanınmasının yanında, arkeoloji alanında da birçok çalışmaya katılmış hatta Türkiye sınırları içindeki "İlk Türk Müzesi"nin kurucusu olmuştur. Babası İbrahim Edhem Bey, Osmanlı Devleti'nde eğitim için Avrupa'ya gönderilen ilk dört gençten biriydi. 2. Mahmud zamanında Sakız Adası'nda çıkan bir isyanda esir alınarak İstanbul'a getirilen babası, Kaptan-ı Derya Hüsrev Paşa'ya köle olarak satılmıştı. 1829 yılında Sultan'nın izni ile Avrupa'ya eğitime gönderildi. Türkiye'ye döndükten sonra 1877 yılında Sadrazamlığa yükseldi.

Osman Hamdi Bey, eğitimli bir ailenin çocuğu olarak 1842 yılında İstanbul'da doğdu. İlkokul eğitimini Beşiktaş'da bir okulda alan Osman Hamdi, 1856'da Mekteb-i Maarif-i Adliye'ye devam etti. 1857 yılında 15 yaşında iken hukuk eğitimi alması için babası tarafından Paris'e gönderildi ve burada 12 yıl kaldı. Paris'de iken aralarında ünlü ressam Jean-Leon Gerome'un da bulunduğu atölyelerde çalışma fırsatı buldu. 22 yaşındayken Paris'te tanıştığı Marie adlı bir kızla evlendi ve 10 sene evli kaldılar. Bu evlilikten iki tane kızları olmuştu.

1869 yılında İstanbul'a döndüğünde Bağdat İli Yabancı İşler Müdürlüğü'ne getirildi. Ardından 1871'de Saray Protokol Müdür Yardımcılığı'na atandı. 1873'de Viyana'da Uluslararası Sergi Komiserliği görevi sırasında ikinci eşi ile evliliğini yaptı.

11 Eylül 1881 tarihinde Müze-i Humayun'da müdürlük görevine atandı. Burada birçok reformlar yaparak batılı anlamda müzeciliği Osmanlıya getirdi.1883 yılında kuruculuğunu üstlendiği Sanayi-i Nefise Mekteb-i Aliye'nin müdürlüğünü yaptı. Yaptığı arkeolojik kazılar ve ülkenin topraklarına ait kültürel değerleri sahiplenme bilinciyle çıkarttığı Asar-ı Atîka Nizamnamesi ile Türk Tarih ve Arkeoloji'sine büyük katkılarda bulundu. Yaptığı kazılar arasında Lagita Tapınağı ve İskender Lahiti de bulunmaktadır. Bu büyük eserlerin sergilenmesi için 1891 yılında "ilk türk müze binası" olan İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni açtı. Babasının Dahiliye Nazırı olmasından faydalanarak vilayetlere gönderilen genelgeler ile, Anadolu'nun her yerinden eserler istanbul'daki müzeye gönderildi.

Müzeciliğinin yanında ressam olarak da önemli eserler verdi. Resimlerinde Paris'de bulunduğu dönem eğitim aldığı Gerome ve Boulanger'in etkileri görülmektedir. Türk resminde ilk kez figürlü kompozisyonu kullanan ressamdı. Eserlerinde ayrıca oryantalizm etkileri de görülmetedir. Kadın temasını sıklıkla tekrar etmiştir. En ünlü yapıtları ise Kaplumbağa Terbiyecisi(1906) ve Silah Taciri (1908)'dir. "Kaplumbağa Terbiyecisi" adlı resminde Lale Devri'ne ve Sadabat Eğlencelerine dair ipuçları bulunmaktadır. Resimde ayrıca tek ışık kaynağından gelen ışığın ana öğeler üzerinde yoğunlaşması sonucu gereksiz detaylardan arındırıldığı anlaşılmaktadır. Bir diğer önemli resmin olan "Silah Taciri" nde ise kendisini ve oğlunu resmettiği düşünülmektedir. Resimdeki diğer ana öğeler ise tüfekler, kılıçlar ve başlıklardır.

Osman Hamdi Bey'in resimleri bir anlamda batının oryantalizmine bir bakış açısıdır. Batılı uslubu kullanırken, konu olarak kendi kültürünü seçmiştir.

1884 yılında Gebze, Eskihisar Köyü'ndeki köşke karısı Naibe Hanım, oğlu ve kızını da alarak yerleşti. Aile yakınları başta olmak üzere birçok insanın da portre çalışmalarını bu dönemde yaptı. Bugün bu köşk "Osman Hamdi Bey Müzesi" olarak hizmet vermektedir.

24 Şubat 1910‘da İstanbul, Kuruçeşme'de vefat eden Osman Hamdi Bey'in mezarı Çinili Köşk’te bulunmaktadır.

Önemli Eserleri:

Kahve Ocağı (1879) Haremden (1880) İki Müzisyen Kız (1880) Kuran okuyan Kız (1880) Çarşaflanan Kadınlar (1880) Vazo Yerleştiren Kız (1881) Gebze’den Manzara (1881) Çekik Gözlü Kız-Tevfika (1882) Türbe Ziyaretinde İki Genç Kız I Türbe Ziyaretinde İki Genç Kız II (1890) Feraceli Kadınlar (1904) Pembe Başlıklı Kız (1904) Kaplumbağa Terbiyecisi (1906) Mimozalı Kadın (1906) Şehzade Türbesinde Derviş (1908) Silah Taciri (1908) Beyaz Entarili Kız (1908) Sarı Kurdeleli Kız (1909)

Kaynak : http://www.biyografi.info/kisi/osman-hamdi-bey

18 Eylül 2008 Perşembe

NAIMA (MUSTAFA NAIMA)

Mustafa Naimâ, kısaca Naimâ

(1655,Halep - 1716, Mora), meşhur Türk tarihçisi ve vakanüvisidir.
Genç yaşta İstanbul'a gelerek 1682'de Sarayı Atik baltacılar ocağına girdi. Divan-ı Hümayun katibi oldu. Bu sırada tarih incelemeleri yaptı. 1700 tarihinde, Amcazade Hüseyin Paşa'nın kendisine verdiği, Sarihülmenarzade Ahmet Efendi'nin tarih müsvettelerine dayanarak, 1704 yılında vakanüvis olarak kitabını yazmaya başladı. Edirne vakasından sonra Damat Hasan Paşa ve Damat Ali Paşa'ya yakınlaştı. 1716 yılında, Mora'da defter eminliği yaptığı sırada vefat etti.
"Doğu ve Batının haberlerinin özeti hakkında Hüseyn'in Bahçesi" adlı eserini 1574'te başlatıp, 1651'e kadar getiren Naima, olayların iç yüzünü aydınlatan, genellikle sade fakat nükteli ve değerli ayrıntıları kapsayan bu eseriyle, tarih ve aynı zamanda devrin sosyal hayatını tasvir etmişti. Naima, Osmanlı tarihinin 1591’den 1659’a kadar cereyan eden kısmını içeren çok önemli bir eser bırakmıştır.
Nâimâ, ilk resmî vak'anüvis ve Osmanlı tarihçileri arasında en ünlü kişidir. Dîvan Mektupçuluğu, Başmuhasebecilik vesaire yaptı. Nâimâ memurluk hayatında bazen yükselip bolluğa kavuştu, bazen atılıp sıkıntı çekti. Bir aralık Alanya ve Bursa'ya da sürüldü. Çorlu'lu Ali Paşa onu Mora seferine beraber götürdü. Nâimâ, 1715 yılında Patras'da muhasebeci iken 63 yaşında öldü ve bu kasabada bulunan bir caminin bahçesine gömüldü.
Osmanlı tarihçileri, genellikle saray dahilinde cereyan eden olaylara pek nüfuz imkânını bulamadıkları ve kulaktan kulağa bir şeyler duysalar bile, hayatlarından korktukları için, olayları aktarmada yüzeysel kalmışlardır. Oysa, Nâimâ cesaretle davranmış, hatta III. Ahmet'in, tahta geçer geçmez 19 erkek kardeşini nasıl idam ettirdiğini bile açık açık anlatmıştır:
"Padişah-ı Cihanpenah'ın biraderi olan on dokuz nefer şehzade-i bî-günah, nizam-ı alem için, kemend-i cânistan ile şüheda zirvesine ilhak edilirlerken, yetişkin olmayanların, annelerinin kucağından alınıp canlarına kıyılmasını harem-i hümayun vaveyla ve göz yaşlarına gark olarak seyreylemiştir..."
Nâimâ, tarih yazışına yepyeni bir stil getirmiştir. Onun renkli ve çekici bir üslûbu vardı. Olayları, bunları doğuran sosyal çevre ile beraber görüp anlattı. Halkın ve memleketin bu devirdeki hayatı Nâimâ'nın eserinde canlandı. Padişah ve vezirlerin eksik yönlerini, hatalarını güçlü bir ifade tarzıyla yazdı ve eleştirdi.
Nâimâ, tarih olaylarının ve bunları meydana getiren şahısların iç dünyalarına da sızarak yepyeni bir tarih edebiyatı ve sanatı ortaya koydu. Bu eser tarih edebiyatımızın en değerli eserlerinden biridir.
Nâimâ'nın bu düzenli eserini ilk kez İbrahim Müteferrika iki cilt olarak bastı. Daha sonra eser altı cilt olarak yeniden yayınlandı. Nâimâ Tarihi, Osmanlı tarihleri içinde önde gelen tarih kitaplarından biridir.

kaynak.1. biyografi.net 2. vikipedia.org

10 Eylül 2008 Çarşamba

AHMED VEFIK PASA

Ahmet Vefik Paşa(d.03 Temmuz 1823, İstanbul– ö. 02 Nisan 1891, İstanbul).

Osmanlı devlet adamı, diplomatı ve oyun yazarı. Türkçülük hareketinin öncülerinden. İki defa Maarif Nazırlığı (Eğitim Bakanı) yaptı, 04 Şubat 1978 - 18 Nisan 1878 ve 01 Aralık 1882 - 03 Aralık 1882 tarihleri arasında iki defa Başvekillik (Sadrazamlık, Başbakanlık) görevine getirildi.

Hariciye Nezareti memurlarından Ruhittin Efendi’nin oğludur. 1831 yılında İstanbul’da başladığı eğitimini, babasının görevi nedeniyle gittiği Paris’te Saint Louis Lisesi’nde tamamladı. Paris’te bulunduğu süre içinde Fransızca’yı anadili gibi öğrendi ve 1837’de yurda döndüğünde tercüme odasında çalıştı. 1840’da elçilik katibi göreviyle Londra’ya gitti ve İngilizce öğrendi.

Sırbistan, İzmir, Eflak ve Boğdan’da görev yaptıktan sonra 1842'de İstanbul’a döndüğünde başmütercim olarak tercüme odasında görev aldı ve Devlet Salnamesi (Yıllığı) hazırlanmasında görevlendirildi. İlerleyen yıllarda çeşitli görevlerde bulunduktan sonra Tharan’a elçi olarak atanarak Fars dilini ve İran tarihinin kökenlerini öğrendi. Elçilik binalarına bayrak asma adetini getiren, Tahran’da elçi iken elçilik binasını Osmanlı Devleti toprağı olarak ilan edip bayrak çektiren Ahmet Vefik Paşa olmuştur.

1857’de kısa bir süre için Adalet Bakanlığı görevine getirildi. 1860’ta Paris büyükelçisi, 1861’de Bursa’da Evkaf Nazırı oldu. Halkın şikayetleri üzerine Bursa’daki görevinden alınarak yıllarca resmi bir görev verilmedi, bu süre içinde Türk tarih ve edebiyatına yeni eserler ve tercümeler kazandırdı. 1872’de birinci defa olarak Maarif Nazırı oldu ama 1873’de görevden alındı. Kısa bir süre Edirne Valiliği yaptı. 1878’de tekrar Maarif Nazırı, daha sonra da Başvekil oldu ama görevden alındı. 1879-1882 yılları arasında Bursa valisi olarak görev yaptı, tekrar başvekil atandı ama 3 gün sonra görevden alındı. Ölümüne kadar Rumelihisarı’ndaki evinde ilmi ve edebi çalışmalar yaptı. 02 Nisan 1891’de İstanbul’da ölmüştür, mezarı Rumelihisarı mezarlığındadır.

İlk Türkçe sözlüklerden biri olan Lehçe-i Osmani'yi hazırlayan, Türk tarihinin Osmanlı ile başlamadığını gündeme getiren ve savunan Ahmet Vefik Paşa, bazılarına göre Osmanlı Türkleri’nin ilk Türkçüsüdür. Fezleke-i tarih-i Osmani(Kısa Osmanlı Tarihi) ve Hikmet-i Tarih (Tarih Felsefesi) adlı tarih eserleri vardır. Şecere-i Türki isimli eseri Çağatay Türkçesi'nden Osmanlı Türkçesi'ne çevirmiştir.

Bursa valiliği sırasında bugün kendi adıyla anılan bir tiyatro yaptırdı. Moliere’in 16 eserini uyarladı, Viktor Hugo ve Voltaire’in eserlerini tercüme etti. Ahmet Vefik Paşa, tiyatroda, Tomas Fasulyacıyan Kumpanyasına kendi tercüme ve adaptasyonlarını oynattırır, her gün provalara gider, bir rejisör gibi oyunla ilgilenir ve memurları oyunu izlemeye mecbur tutardı. Bu tür hareketleri yüzünden tuhaf bir adam olarak tanındı.

9 Eylül 2008 Salı

DR. BESIM OMER AKALIN

Prof. Dr. Besim Ömer Akalın

(d. 01 Temmuz 1862, İstanbuL – ö. 19 Mart 1940), Türk bilim adamı, sivil toplum örgütçüsü ve milletvekili.

Babası Nardalı Ömer Şevki Paşa Osmanlı Meclis-i Mebusan'da görevliydi, annesi Afife Hanım ise Yaşar Paşa'nın kızıydı. Ailenin Macide adlı bir kızları ve Azmi, Agah ve Kemal Ömer adlı üç erkek çocukları vardı.

İlk öğrenimini Priştine'de yaptı. Ortaöğrenimine Kosova Mülkî Rüştiyesinde başladı, Kuleli Askerî Tıbbiye İdâdisinde tamamladı. Yüksek öğrenimini Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'de askerî öğrenci olarak ve her sınıfta birinci olarak 1885'te bitirdi. Uzmanlık eğitimini Paris'te Chartie Hastanesinde Prof.Dr. Budin ve Prof.Dr. Pinard'ın yanında asistan olarak çalışarak 1891 yılında tamamladı.

Görevleri

  • 1888 Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'de Fenni Kıbâle muallimi (Tıp fakültesinde bilimsel doğum profesörü)
  • 1895 ek görev olarak Ebeler Okulunda ebeler muallimi
  • 1898 ek görev olarak Seririyat-ı Viladiye muallimi (Doğum kliniği)
  • 1910 Tıp Fakültesi Reisi (Dekan)
  • 1912 Sıhhat Umum Müdürü
  • 1914 Tıp Fakültesi Reisi
  • 1915 Darülfünun Emini (Üniversite Rektörü-İlk rektör)
  • 1935 V. Dönem Bilecik Milletvekili

Başarıları

Kitapları ve verdiği eğitimler ile modern ebeliğinkurumsallaşmasında büyük rol oynamıştır. Ebelere verdiği önem nedeni ile bir dönem "ebelerin ebesi" adı ile anıldı. Tıp Fakültesinde verdiği dersler ile binlerce doktorun yetişmesinde katkısı oldu. Sürekli yayınladığı "Nevsâl- i Âfiyet" yıllıkları ile tıbbi yayıncılığı başlatmış oldu. Toplum sağlığı ve koruyucu hekimlik kavramlarına önem veren ilk bilim adamıdır.Veremle Mücadele Cemiyeti, Türk Tıp Tarihi Kurumu, Himaye-i Etfâl (Çocuk Esirgeme Kurumu), Süt Damlası, Türk Hastabakıcılar Cemiyeti, Hilal-i Ahmer (Kızılay) kadınlar kolu gibi pek çok sivil toplum kuruluşunun ya kurucularındandı yada ilk Genel Başkanları olmuştu.[1] 400'den fazla bilimsel makalesi yayınlandı, 70'ten fazla kitap yazdı, çeşitli gazete ve dergilerde sürekli yazıları çıktı.

Eserleri

  1. Sıhatnuma-i İzdivaç (1891)
  2. Sıhhatnuma-i Tenasül (1891)
  3. Sıhhatnuma-i Etfal (1885)
  4. Sıhhatnuma-i Aile (1886)
  5. Sıhhatnuma-i Nevzat yahut Beşik-Kundak-Emzik (1894)
  6. Tabib-i Etfal (Fransızcadan tercüme) (1896)
  7. Tenasül (1889)
  8. Ukm-ı İnanet (1888)
  9. Zayıf ve Vakitsiz Doğan çocuklara Takayyüd (1886)
  10. İpnotizma-Manyetizma (1889)
  11. Mukeyyifat ve Müskirattan Tütün (1886)
  12. Müskirat (1887)
  13. Afyon ve Esrar (1887)
  14. Deniz Banyoları (1890)
  15. Şişmanlık ve Zayıflık (1885)
  16. Gözlerin Hıfz-ı Sıhhati (1886)
  17. Dişlerin Hıfz-ı Sıhhati (1883)
  18. Su (1883)
  19. Kendini Bil (1894)
  20. Midenin Hıfz-ı Sıhhati (1892)
  21. Çocuklara Aş (1898)
  22. İdadiler için Hıfz-ı Sıhhat (1914)
  23. Veba (1886)
  24. Yalova Kaplıcası (1901)
  25. Fransa Mont Dore Kaplıcası (1928)
  26. Irzahane (1903)
  27. Doğururken ve Doğurduktan sonra (1904)
  28. Küçük Çocuklara Vefeyat Kesreti (1906)
  29. Çocuk Sıhhati Serisi (6 kitap)
  30. Nevsal-i Afiyet Birinci Sene (1899)
  31. Nevsal-i Afiyet Salname-i Tıbbi (1900)
  32. Nevsal-i Afiyet Salname-i Tıbbi (1904)
  33. Nevsal-i Afiyet Salname-i Tıbbi (1906)
  34. Emraz-ı Nisa (1898)
  35. Hastabakıcılık Dersleri (1915)
  36. Ebelik Dersleri (1928)
  37. İlk İmdad ve Muavenet (1918)
  38. Yüz yıl Yaşamak (1927)
  39. Fen ve İzdivaç (1924)
  40. Güç Doğum (1933)
  41. Kısırlık (1931)
  42. Doğum Tarihi (1932)
  43. Üzüm ve Üzümle Tedavi (1933)
  44. Gençliği koruma Çok yaşama (1934)
wikipedia
kaynakça:
1-
Hanımefendilere Hilâl-i Ahmer'e dair konferans,Hazırlayan:İsmail Hacıfettahoğlu,2007,Türkiye Kızılay Derneği Yayınları

4 Eylül 2008 Perşembe

OMER SEYFETTIN


Ömer Seyfettin (1884-1920)

Türk yazar, asker ve öğretmen. Türk öykücülüğünün kurucu ismidir. Ayrıca edebiyatta Milliyetçi akımın kurucularındandır, Türkçede sadeleşmenin savunucusudur. Kısa ömrüne çok sayıda eser sığdırmıştır. En tanınan eseri "Kaşağı" isimli öyküsüdür.

1884 yılında Gönen'de (Balıkesir) doğdu. Yüzbaşı Ömer Şevki Bey'le, Fatma Hanım'ın ikisi küçük yaşlarda ölen dört çocuğundan birisidir. Öğrenimine Gönen'de bir mahalle mektebinde başladı. Ömer Şevki Bey'in görevinin nakli dolayısıyla Gönen'den ayrılan aile İnebolu ve Ayancık'tan sonra İstanbul'a geldi.

Ömer Seyfettin, önce Mekteb-i Osmanî'ye, 1893 ders yılı başında da Askerî Baytar Rüştiyesi'ne kaydedildi. Bu okulu 1896'da tamamlayarak Edirne Askerî İdadîsi'ne devam etti. 1900'de İdadî'yi bitirerek İstanbul'a döndü. Burada Mekteb-i Harbiye-i Şahâne'ye başladı. 1903 yılında Makedonya'da çıkan karışıklık üzerine "Sınıf-ı müstacele" denilen bir hakla imtihansız mezun oldu.

Ömer Seyfettin, mezuniyetten sonra piyade asteğmeni rütbesiyle, merkezi Selanik'te bulunan Üçüncü Ordu'nun İzmir Redif Tümeni'ne bağlı Kuşadası Redif Taburu'na tayin edildi. 1906'da İzmir Jandarma Okulu'na öğretmen olarak atandı. Bu, Ömer Seyfettin için önemlidir; zira bu vesileyle İzmir'deki fikrî ve edebî faaliyetleri takip edecek ve bunlar içerisinde yer alan gençlerle tanışacaktır. Nitekim batı kültürünü tanıyan Baha Tevfik'ten Fransızca bilgisini artırmak için teşvik gördü; Necip Türkçü'den ise sade Türkçe ve millî bir dille yapılan millî edebiyat konusunda önemli fikirler aldı.

Ömer Seyfettin Ocak 1909'da Selanik Üçüncü Ordu'da görevlendiridi. Selanik'te çıkmakta olan Hüsün ve Şiir dergisinin ismi Akil Koyuncu'nun istek ve ısrarı üzerine Genç Kalemler'e çevrildikten sonra 11 Nisan 1911'de Ömer Seyfettin'in Yeni Lisan isimli ilk başyazısı imzasız olarak yayımlandı.

Genç Kalemler yazı heyetini oluşturanlar Balkan Savaşı'nın başlaması üzerine dağılmak zorunda kaldı. Ömer Seyfettin yeniden orduya çağrıldı, Yanya Kuşatması'nda esir düştü. Nafliyon'da geçen 1 yıllık esareti sırasında sürekli okumuştu. "Mehdi", "Hürriyet Bayrakları" gibi hikâyelerini bu dönemde yazdı. Hikâyeleri Türk Yurdu'nda yayımlandı. Esareti süresince gerek okuyarak, gerekse yaşayarak yazarlık hayatı için önemli olacak tecrübeler kazandı.

Ömer Seyfettin 1913'te esareti bitince İstanbul'a döndü. 23 Ocak 1913'te Enver Paşa'nın organize ettiği Babıali Baskını'na katıldı. Daha sonra askerlikten ayrıldı, yazarlık ve öğretmenlikle hayatını kazanmaya başladı. Türk Sözü dergisinin başyazarlığına getirildi ve burada Türkçü düşüncenin sözcülüğünü yapan yazılar yazdı. 1914 yılında Kabataş Sultanisi'nde öğretmenlik görevine başladı ve bu görevini ölümüne kadar sürdürdü.

1915'te İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelenlerinden Doktor Besim Ethem Bey'in kızı Calibe Hanım'la evlenmiştir. Bu evlilik Güner isimli bir kız çocuğuna rağmen bozulunca tekrar yalnızlığına döndü.

1917'den ölüm tarihi olan 6 Mart 1920'ye kadar geçen zaman birçok acı ve sıkıntıya rağmen verimli bir hikâyecilik dönemini içine alır. Bu dönemde 10 kitap dolduran 125 hikaye yazdı. Hikâye ve makaleleri Yeni Mecmua, Şair, Donanma, Büyük Mecmua, Yeni Dünya, Diken, Türk Kadını gibi dergilerle Vakit, Zaman ve İfham gazetelerinde yayımlandı. Bir yandan öğretmenlik yapmayı sürdürdü.

Hastalığı 25 Şubat 1920'de artınca yazar 4 Mart'ta hastahaneye kaldırıldı. 6 Mart 1920'de hayata gözlerini yumdu. Önce Kadıköy Kuşdili Mahmut Baba Mezarlığı'na defnedilir. Daha sonra mezarı buradan yol geçeceği veya tramvay garajı yapılacağı gerekçesiyle 23 Ağustos 1939'da Zincirlikuyu Asri Mezarlığı'na nakledildi.

En yakın arkadaşı Ali Canip Yöntem, onun hayatını ve mizacını anlatan, en kuvvetli hikayelerinİ içeren Ömer Seyfettin ve Hayatı adlı bir kitap yazdı ve bu kitap 1935 yılında yayımlandı. Kısa bir süre sonra da bütün hikâyeleri bir kitap serisi halinde basılmıştır ve bu hikayeler günümüzde de sevilerek okunmaktadır.

kaynak: wikipedia

18 Şubat 2008 Pazartesi

KİŞİLER

kamil akdik '1862-1941'

sokullu mehmet paşa '1506-1579'

osman hamdi bey '1842-1910'

naima '1655-1716'

ömer seyfettin '1884-1920'

dr. besim ömer akalın '1862-1940'

ahmet vefik paşa '1823-1891'

batu han (altınordu devleti) - 1987

mete (büyük hun imparatorluğu) - 1984

haldun taner - 1998

aşık veysel şatıroğlu - 1992

cevat şakir kabaağaçlı - 1992

muhsin ertuğrul - 1992

sait faik abasıyanık - 1992

münir nurettin selçuk - 1993

cahit sıtkı tarancı - 1993

neyzen tevfik kolaylı - 1993

vedat tek - 2002

hacı arif bey - 1993

dr. abdullah bey - 1974