10 Aralık 2009 Perşembe

ORMANLARIMIZI KORUYALIM - ORMANLARIN FAYDALARI

ormanlarımızı koruyalım - 1977
ORMANLARIN FAYDALARI
Ormanlar; ağaçlarla birlikte diğer bitkiler, hayvanlar, mikroorganizmalar gibi canlı varlıklarla toprak hava, su , ışık ve sıcaklık gibi fiziksel çevre faktörlerinin birlikte oluşturdukları karşılıklı ilişkiler dokusunu simgeleyen ekosistemler olup, dünya yaşamı için vazgeçilmezdirler...
*Ormanlar yaşantımızın her safhasında ihtiyaç duyduğumuz yapacak ve yakacak hammadde kaynağıdır. Bunun yanı sıra bitkisel nitelikli tohum, çiçek, kozalak vb. ile mineral nitelikli çakıl, kum vb.hammadde kaynaklarının bir kısmı da ormanlardan elde edilmektedir.
*Ormanlar, bitkiler ve hayvanlar için doğal bir su kaynağıdır. Kar ve yağmur biçimindeki yağışı yapraklı, dalları, gövdesi ve kökleri ve tutarak sellerin ve taşkınların oluşmasını önler. Ayrıca yer altı sularının oluşmasına yardım eder.
*Ormanlar erozyonu önler. Ormanlar rüzgarın hızını azaltır, toprağı kökleri ile tutarak yağışların ve akarsuların toprağı taşımasını önler.
*Ormanlar, yaban hayatı ve av kaynaklarını koruru. Nesli tükenmekte olan hayvanların üretimi, korunması ve barınmasında koruma alanları oluşturur. Bu sahalar milyonlarca canlının yuvasıdır.
*Ormanlar bitki örtüsü ve toprak içerisinde büyük miktarda karbon depoladıklarından, ikim üzerinde olumlu etkiler yapar. Aşırı sıcaklıkları düzenler, bir ısı tamponu gibi görev yapar. Sıcağı soğuğu dengeler, yaz sıcaklığını azaltırken, kış sıcaklığını artırır, radyasyonu önler.
*Su buharını yoğunlaştırarak yağmur haline gelmesini sağlar. Rüzgar hızını azaltarak toprak ve kar savurmalarını ve rüzgarın kurutucu etkisini yok eder. Bu nedenle açık alanlara oranla ormanlarda gündüzler serin geceler ise sıcaktır.
*Ormanlar, eğelenme, dinlenme ve boş zamanları değerlendirme imkanı sağlar. Havası, suyu, doğal görünümleri ve sakin ortamı ile özellikle şehirlerde yaşayan insanları kendisine çeker. Bu yönüyle insanların beden ve ruh sağlığı üzerinde olumlu rol oynar.
*Yerleşim alanları çevresindeki hava kirliliğini ve gürültüyü önlemesi ile insan sağlığı bakımından büyük önem taşır. Ormanların insan sağlığı üzerindeki bütün bu olumlu yararları nedeniyle büyük kentlerin çevresinde ormanlar yetiştirilmekte, dinlenme yerleri kurulmaktadır.
*Ormanlar, orman içinde ve dışında yaşayan insanlara çeşitli iş alanları sağlar, işsizliği önlemede etkin rol oynar, böylece köyden kente göçü azaltır.
*Ormanlar, ulusal savunma ve güvenlik bakımından da çok önemlidir. Askeri birliklerin savaş tesisleri ile araç ve gereçlerinin gizlenmesinde, savaş ekonomisi bakımından değer taşıyan reçine, katran ve tanenli maddelerin elde edilmesini sağlar,
*Ayrıca ormanlar barajların ekonomik ömrünü uzatır, doğal afetleri önler, ülke turizmine katkıda bulunur,
*Ormanlar, doğal güzellikleri ve sayılmayacak kadar çok faydalarıyla iyi baktığımız takdirde tükenmez bir doğal kaynaktır

16 Kasım 2009 Pazartesi

GÖCEK - MUĞLA

göcek - muğla - 1994
GÖCEK
Göcek, geçmişte Likya uygarlığının gelişmiş iki kenti olan Telmesos (Fethiye) ve Kaunos (Dalyan) arasında kalmış bir Likya yerleşimidir. Ne yazık ki bir çok nedenden ötürü antik Kalimçe'den bugüne çok az yapı kalmıştır. Ana yerleşim alanı da net olarak tespit edilemediği için de herhangi bir kazı çalışması yapılmamıştır. Ana kaynak olan antik dönem yazarlarının da eserlerinde varlığı ve hikayesi hakkında yeterli bilgi vermemesi yerleşimin geçmişinin sır olarak kalmasını sağlıyor. Ancak koylarda ve Fethiye yolu üzerinde rastlanan kaya mezarları, anıt mezar ve hamam görülebilir. Ayrıca Tersane Adasında antik ve yakın dönemden kalma kalıntılar bulunmaktadır.
Bölgenin coğrafi yapısı dikkate alındığında mitolojide yeralan Daidalos ve Ikarus efsanelerinin de Göcek’te geçtiği düşünülebilir.Göcek'ten tekne turları ile ulaşılan Kapıdağ yarımadası üzerinde ise Krya, Lisai ve İydai antik kentleri bulunmaktadır. Ulaşım zorluğu nedeni ile bu antik yerleşimlerde de kazı yapılamamıştır. Ancak bu yerleşimlerden günümüze görülebilir kalıntılar ulaşmıştır.
GÖCEK ADININ TARİHÇESİ
Yörenin eski çağdaki adı DAİDALA (DAYDALA) dır. Göcek adı, göçerlerin bu yörede yerleşik düzene geçmesiyle başlamıştır.
Göcek' adının beş olaydan ortaya çıkabileceği varsayılmaktadır.Bu varsayımı bölgede yaşayanların çoğu doğrulamaktadır.
Birinci varsayım köçekliktir. Eskiden yörede yapılan düğün ve eğlencelerde bölgeye köçek getirilirmiş. Rodos'tan getirildiği söylenen bu köçekler, yöre çalgıcılarının müzikleriyle oynar ve yarenlik ederlermiş. Bu eğlence tarzı yörede uzun süre devam etmiş. Köyün adı çevre yerleşim birimlerinde 'Köçekli' olarak anılmaya başlamış. Köçekten oluşan 'Köçekli' adı sonraları halkın pek hoşuna gitmemiş. Bu ismi garipsemeye başlamışlar. Hatta bu yüzden düğünlere köçek getirmekten bile vazgeçmişler. Bölge hakkında küçümser konuşmalar sebebiyle köyün adı, 'Göcek' olarak değiştirilmiş.
Diğer bir varsayım ise 'göç' kavramıdır. Bölge halkı, yayla ve kışlaklara her yıl bahar aylarında toplu, uyumlu ve törenli göç ederler, sonbaharda da geri dönerlermiş. Göç zamanı yaklaştıkça halk arasında; göç zamanı ve göçer sayısı gibi durumlar konuşulur ve tarih belirlenir. Tüm hazırlıklar tamamlanır. Bir gün önceden haberleşilir. Sabahın alaca karanlığında yükler hayvanların sırtına yüklenir. Hayvanlar sürülür. Göçe katılanlar birbirlerine; “Göç zamanıdır, haydi GÖÇEK” diye seslenerek yola koyulurlar. İşte bu 'Göçek' sözcüğünün sonradan köyün adı olduğu söylenir. Bu varsayım halk arasında en güçlü olanıdır.
Durulan yer anlamında DUR-AK, varılan yer anlamında VAR-AK, Yatılan yer anlamında YAT-AK, örneklerinde de olduğu gibi GÖÇEK kelimesinin göçülen yer anlamında GÖÇ kökünden –EK yapım eki ile türetilmiş bir kelime olması çok daha kuvvetle muhtemeldir.
Bu yörede yaşayan insanların “Burası bizim göçeğimizdir. (Göçek’imiz)”, “Göçeğe gidiyorum”, “Göçekten geliyorum” şeklindeki kullanımlarının bu bölgenin isminin GÖÇEK / GÖCEK olarak kalmasında etkili olmuş olması diğer bir varsayım olarak mantıklı ve akla yatkındır.
Bir karış boya gelmiş ekine GÖCEK denilir.
Bu Göcek adı için bir çıkış noktası olacağı gibi denizin karaya çok fazla girip saklandığı yere de Göcek denilmektedir. Halikarnas balıkçısının kitabında da bol bol Fethiye Göcek’i olarak bahsedilir.

20 Ekim 2009 Salı

MUHSİN ERTUĞRUL

MUHSİN ERTUĞRUL (d. 07 Mart 1892, İstanbul - ö. 29 Nisan 1979, İstanbul)
7 Mart 1892’de İstanbul’da doğan Muhsin Ertuğrul, özel Tefeyyüz Mektebi’nde okurken tiyatroya ilgi duydu ve aktör olmaya karar verdi. 30 Temmuz 1910’da Burhanettin Kumpanyası’nda sahneye çıktı ve Othello, Hamlet piyeslerini oynadı. Bir süre sonra İsmail Galip Arcan, Behzat Budak gibi oyuncu arkadaşlarıyla kurduğu “Yeni Turan Temsil Heyeti”nde yönetmenlik ve oyunculuk yaptı, Şehzadebaşı’nda açtığı Ertuğrul Sineması’nda ise film öncesi kısa gösteriler sundu.
Muhsin Ertuğrul, 1913 sonunda karıştığı bir siyasi olay nedeniyle sınır dışı edilince Fransa’ya gitti. Paris konservatuarına tüm uğraşmalarına karşın giremedi, ancak oradaki tiyatrolar ve sinema stüdyolarında gözlemler yaptı. İstanbul’a döndüğünde “Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları” topluluğunu kuran sanatçı, kuruluş çalışmalarına katıldığı Darülbedayi’de öğretmenliğe atandı. Ancak, I. Dünya Savaşı başlayınca Darülbedayi, tiyatro okulu olmaktan çıkıp bir tiyatro topluluğuna dönüştü. Bunun üzerine sanatçı Berlin’e giderek sinema ve tiyatro incelemelerinde bulundu, Karanlıkta Işık filminde uzun bir rol oynadıktan sonra İstanbul’a döndü.
1917’de Halit Fahri Ozansoy’un Baykuş piyesini sahneleyen Ertuğrul, başrolde ihtiyar bir köylüyü oynadığında 25 yaşındaydı. Kısa bir süre yeniden Berlin’e giderek Beranien Düşesi filminde ihtilalci bir subay rolünü oynadı ve yurda döndükten birkaç ay sonra Temaşa dergisinde sinema eleştirileri yazdı.
Robert Kolej’de, Halide Edip’in librettosunu yazdığı, Vedi Sabar’nın bestelediği Kenan Çobanları operasını hazırladı. İstanbul Film Şirketi adına başrolünü de oynadığı Samson filmini çekti, yanı sıra Üstat Film Şirketi’nde yönetmenlik yaptı. 1921’de Darülbedayi’de yönetmen olarak göreve başlayan Ertuğrul, yönetin kurulunun ve diğer birimlerin sanatçılardan oluşması için girişimlerde bulununca, arkadaşlarıyla birlikte Darülbedayi’den çıkarıldı. Bunun üzerine çeşitli filmler çekmeye başladı ve Kurtuluş Savaşı üzerine ilk belgesel sayılan Zafer Yolları adlı filmini gerçekleştirdi.
Türk tiyatro tarihinde “Ferah dönemi” olarak bilinen çalışmalarını Ferah Sineması’nda sürdürürken 1925’te gittiği Sovyetler Birliği’nde Meyerhold, Stanislavski, Ayzenştayn gibi sanatçılarla tanıştı; Tamilla ile Spartaküs filmlerini çekti. İstanbul’a döndüğünde Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ’ın önerisiyle Darülbedayi’de sanat yönetmeni oldu.
İlk sesli Türk filmi olan İstanbul Sokaklarında ve Bir Millet Uyanıyor filmlerinin çeken Ertuğrul, bu dönemde operetlerle revülere ağırlık verdi ve 15 Aralık 1932’de “Goethe Madalyası” ile onurlandırıldı.Karım Beni Aldatırsa, Söz Bir Allah Bir, Leblebici Horhor Ağa, Aysel Bataklı Damın Kızı filmlerinde senarist olarak Mümtaz Osman takma adını kullanan Nâzım Hikmet’le çalıştı.
Eşi Neyyire Neyir ile bir süre Perde ve Sahne dergisini çıkaran Ertuğrul, açılması için uğraş verdiği İstanbul Açık Hava Tiyatrosu’nda Kral Oidipus’u sahneledi. 1949 Temmuz’unda Devlet Tiyatrsosu ve Operası genel müdürlüğüne atandı ve Büyük Tiyatro’yu gösterilere açtı. Bir Komiser Geldi oyunundaki müfettiş rolüyle oyuncu olarak son kez sahnede görünen sanatçı, 1950’de Büyük Tiyatro’da balo yapılmasına karşı çıkınca Demokrat Parti iktidarının tepkisini çekti ve görevinden istifa etti.1958’de görevden alınan sanatçı, bir yıl sonra İstanbul Şehir Tiyatrosu baş rejisörü oldu;1964’te Türkiye’de ilk kez Brecht’in bir oyununu Sezuan’ın İyi İnsanı’nı ve Shakespeare’in 400. doğum yıldönümü nedeniyle beş sahnede beş Shakespeare oyunu sahneletti. Bu çalışmaları eleştiriler aldı ve 1966’da İstanbul Belediye Meclisi’nin kararıyla baş rejisörlük kadrosu kaldırıldı. Basında ve TBMM’de sürekli tartışılan “Muhsin Ertuğrul Olayı” tiyatroya indirilen bir darbe olarak yorumlandı. İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nde “tiyatro eleştirisi” dersleri veren Ertuğrul, yeniden çağrılmasına karşın Şehir Tiyatrosu’nda görev almadı.
Kültür Bakanı Talât Halman’ın çabasıyla 23 Ekim 1971’de Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir sanatçıya, Muhsin Ertuğrul’a Devlet Kültür Armağanı verildi.
Şehir Tiyatroları genel sanat yönetmenliğine atandığında 82 yaşında olan Ertuğrul, semt tiyatrosu, öğle tiyatrosu, gezici tiyatro gibi çeşitli uygulamalarla yeni bir tiyatro seferberliği başlattı ancak iç çekişmeler üzerine 1976’da görevi bıraktı.
Çağdaş Türk tiyatrosunun temelini atan ve geliştiren Muhsin Ertuğrul 29 Nisan 1979'da İzmir’de kalp krizi sonucu öldü. Ölümünden bir ay önce Ege Üniversitesi Senatosu, Türk tiyatro ve sinemasına yaptığı hizmetler nedeniyle Ertuğrul’a “fahri doktor” unvanı vermişti.

4 Eylül 2009 Cuma

GEREKSİZ İLAÇ KULLANMAYINIZ!

gereksiz ilaç kullanmayınız - 1989
GEREKSİZ İLAÇ KULLANMAYINIZ!
OECD ülkeleri içinde sağlığa en az payı ayıran ülke konumunda olan Türkiye ilaca ayırdığı büyük payla bu alanda rekora koşuyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkelerinde sağlık harcamalarının yüzde 10-20'si ilaç harcaması iken Türkiye'de bu oran yüzde 33.5'e ulaştı.
Yapılan Ulusal Sağlık Hesapları Araştırması'na göre kişi başı sağlık harcaması 194 dolar olan Türkiye'de ilaç harcaması 65 doları buldu. Söz konusu araştırmada toplam ilaç harcamasının toplam sağlık harcaması içindeki payının yüzde 33.5'e ulaştığı belirlendi. Eczaneler üzerinden yapılan ilaç harcamaları yüzde 33.5 olan toplam ilaç harcamalarının yüzde 248'ini hastanelerdeki ilaç harcamaları ise yüzde 8.7'sini oluşturuyor. Türkiye ile OECD karşılaştırıldığında ilaç israfı açıkça gözler önüne geriliyor.
Türkiye'de ilaç kullanım oranları incelendiğinde antibiyotik grubunun yüzde 19.8 ile birinci sırada yer aldığı görülüyor. Antibiyotikleri yüzde 14.4 ile ağrı kesiciler yüzde 8.9 ile de romatizma ilaçları izliyor.
Sağlık Bakanlığı'nca yapılan bir araştırmada en fazla reçete edilen ilaç grubunun sistemik antibiyotikler olduğu tespit edildi. Dünyada ise tedavi gruplarına göre tüketimde kalp ve damar hastalıkları ilaçları yüzde 19.5 ile birinci sırada yer alıyor. Türkiye'de 1999'dan bu yana antibiyotiklerin pazar payları düşüyor buna karşılık romatizma sinir sistemi kalp ve damar hastalıkları ilaçlarının payları artıyor.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 1985 Nairobi toplantısında akılcı ilaç kullanımını "Kişilerin klinik bulgularına ve bireysel özelliklerine göre uygun ilacı uygun süre ve dozajda en düşük fiyata ve kolayca sağlayabilmeleri" olarak tanımladı.
İlaçların bilimsel anlamda doğru ve uygun kullanılması için öncelikli olarak hastalığın tam teşhisinin yapılması gerektiğini düşünen Sağlık Bakanlığı doktorlara "Daha etkili daha çabuk sonuç veren yan etkisi az olan ve daha ucuz olan ilacı yazın" talimatı verdi.

Yazılar_için_kaynak; http://www.cep-x.com/saglik-yasam/285750-turkiyede-gereksiz-ilac-kullanimi-onlenemiyor.html


25 Haziran 2009 Perşembe

TELEFON

telefon yurdumuzun bütün köylerinde

TELEFON NEDİR? TELEFON'UN TARİHÇESİ.
Telefon, birbirinden uzak yerlerde bulunan kişiler ve düzenekler arasında bilgi alışverişini sağlayan elektrikli ses alıp verme aygıtıdır. Telefonun çalışmasında ana ilke ağızdan çıkan ses dalgalarının önce elektrik sinyallerine çevrilmesi, bu sinyallerin çeşitli gönderme yöntemleriyle uzağa iletilmesinden sonra, bu defa elektrik sinyallerinin yeniden kulakla duyulabilecek ses dalgalarına çevrilmesidir.
Önce kentlerde kurulan telefon şebekeleri daha sonra kentlerarası, uluslararası düzenekler durumuna dönüşmüş ve uydular aracılığıyla dünyanın her köşesinin birbiriyle iletişimi sağlanmıştır.
Telefon ilk olarak telgraf sistemine benzer iki bağlantı üzerinden konuşulacak şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Çoğu defa bir bağlantı demir tel, diğer bağlantı toprak olduğu için yitimler fazla ve sesler karışık olarak işitiliyordu. Bakır alaşımlarının gelişmesiyle tel sayısı arttırıldı. Konuşma sayıları arttıkça bağlantılar yetişmemeye başladı. 1886 yılında tek devreden değişik frekanslarla ses gönderen bir aygıt (multiplex) kısadevresi yapıldı. Uzun hatlara konulan yükselticilerle kayıplar giderildi.
İlk Telfonlardan
Telefonda en büyük adımlardan biri operatör kullanmaksızın yapılan otomatik konuşmalardır. 1891 yılında geliştirilen Strowger otomatik arayıcıyla araya operatör girmeden aboneler birbirine bağlanabilmiştir. Bu düzenek 1920 yılında Bell düzeneği olarak geliştirilmiştir. 18 Ekim 1892'de Chicago ve New York arasında ilk uzun telefon hattı açıldı. 1948 yılından sonra ise transistörün aygıtının sahneye çıkmasıyla elektromanyetik röle sistemler yerini, elektronik devrelere bırakmıştır. Elektronik arayıcı sistem ilk olarak 1965 yılında ABD'de servise konulmuştur.
Telefonda atılan diğer büyük adım da, uzak mesafe konuşmalarında yüksek frekanslı radyo yayınlarından yararlanılmasıdır. 150-300 km aralıklarla yer alan röle istasyonları konuşmaları koaks kablolardan ve havadan elektromanyetik yayın şeklinde iletmektedir. Frekans yükseldikçe tek bağlantı üzerinden konuşma kanal sayısı da yükselmektedir. Böyle bir sistemle iki röle istasyonu arasında aynı anda 3600 konuşma yapmak olasıdır.
Bu gelişmeyi uydular aracılığıyla yapılan konuşmalar izlemiştir.
Anakaralar arası telefon konuşmaları 1915 yılında başlamıştır. İlk konuşma Paris'le ABD'de Arlingon arasında yapılmıştır. Anakaralar arası telefon konuşmalarında güçlü radyo alıcı vericileri kullanılıyordu. İyonosferin etkisi konuşmaları zorlaştırdığı için sualtı kabloları kullanılmaya başlandı. İlk sualtı kablosuyla telefon görüşmeleri 1950 yılında Florida ile Havana arasında 185 km'lik uzaklıkta yapıldı. Sonuç doyurucu olduğu için 1956 yılında New York ile Londra arasına aynı düzenek kuruldu.
Uydu aracılığıyla anakaralar arası ilk telefon konuşmaları 1960 yılında başladı. Echo 1 isimli uyduyla ABD'nin doğu yakası ile batı yakası arasında telefon bağlantısı sağlanınca bunu Telstar I, Telstar 2 ve diğer uydular izledi. Bugün uyduların devreye girmesiyle gemi ya da uçaklarla otomatik telefon konuşması yapılabilmektedir. 1985 yılında uzay mekiği Discovery'nin yörüngeye koyduğu uydulardan biri aynı anda 20.000 konuşma yapabilmeye olanak verir.
Yazılar_için_kaynak; http://tr.wikipedia.org/wiki/Telefon

23 Haziran 2009 Salı

MUZ - BANANA

meyveler - muz - 1993
MUZ
Güneydoğu Asya'nın tropikal bölgelerinde doğal olarak yetişen bir ağaçsı bitkiye ve bu bitkinin sarı kabuklu uzun meyvelerine denir.
Muz Turkiye'de daha çok Anamur ile Alanya arasında üretilmektedir. Türkiye'nin Muz ihtiyacının %80 bu yerli muz üretiminden karşılanmaktadır.
Dünya üzerinde belki de en fazla tüketilen meyvelerden biri olan muzun bu kadar aranmasının sebebi sadece kolay erişilebilen ve kolay tüketilebilen bir meyve olması değildir. Bu tüketimin ardında muzun çok besleyici bir besin kaynağı olması, birçok vitamin, protein, mineral ve aminoasiti içeriyor olması yatmaktadır. Batı Avrupa ülkelerinde sadece tadı ve kokusu için aranan bir meyve konumunda ise de üçüncü dünya ülkelerinde çok önemli bir besin maddesidir. Az gelişmiş ülkelerde çocuklar ihtiyaçları olan proteini muz yiyerek almaktadırlar. Faydaları şunlardır: Muz kemik gelişimini sağlar, sinir zafiyeti ve yorgunluğu giderir. Böbrek ve mafsal iltihabında, bağırsak hastalıklarında faydalıdır. Müzmin kabızlık çekenler fazla yememelidir. B1, B2, C, A ve E vitaminlerini içeren muz, potasyum, demir, kalsiyum, fosfor, sodyum ve iyot açısından da çok zengindir. Muzun kalori düzeyi çok yüksek olmasına karşılık hiç kolesterol içermemektedir. Kalp kaslarını geliştiren sodyum ve potasyum maddeleri içermektedir.
Potasyum terleme sebebiyle kapasitesini yitirmeye başlayan kasları canlandırır ve daha kolay hareket etmelerini sağlar. B1 vitamini sayesinde sinir dokularının normal çalışmasına da etki eder. İçerdiği iyot sayesinde de tiroid bezinin dengeli çalışmasına yardım eder.
Yazılar_için_kaynak; http://tr.wikipedia.org/wiki/Muz

19 Haziran 2009 Cuma

YAVUZ SULTAN SELİM - I. SELİM'İN KAFTANI

yavuz sultan selim'in kaftanı - 2006

YAVUZ SULTAN SELİM
I. Selim ya da Yavuz Sultan Selim, (d. 10 Ekim 1470, Amasya - ö. 21-22 Eylül 1520)
9. Osmanlı padişahı ve 74. İslam halifesidir.
Babası II. Bayezid, annesi Dulkadiroğulları Beyliği'nden Gülbahar Hatun'dur. Tahtı devraldığında 2.375.000 km2 olan Osmanlı topraklarını sekiz yıl gibi kısa bir sürede 2,5 kat büyütmüş ve ölümünde imparatorluk topraklarının 1.702.000 km2'si Avrupa'da, 1.905.000 km2'si Asya'da, 2.905.000 km2'si Afrika'da olmak üzere toplam 6.557.000 km2'ye çıkarmıştır. Padişahlığı döneminde Anadolu'da birlik sağlanmış; halifelik Abbasilerden Osmanlı Hanedanına geçmiştir. Ayrıca devrin en önemli iki ticaret yolu olan İpek ve Baharat Yolu'nu ele geçiren Osmanlı, bu sayede doğu ticaret yollarını tamamen kontrolü altına almıştır.
Selim, tahta babası II. Bayezid'e karşı darbe yaparak çıkmıştır. Şehzade Selim, tahta çıkmadan önce vali olarak Trabzon'da görev yapmıştır. Yavuz Sultan Selim'e kızını vermiş olan Kırım Hanı Mengli Giray, ona askeri destek sağlayarak tahta geçmesine yardım etmiştir. 1512'de tahta çıkan Sultan Selim, Eylül 1520'de Aslan Pençesi (Şirpençe) denilen bir çıban yüzünden henüz 50 yaşında iken vefat etmiştir.

12 Haziran 2009 Cuma

BATMAN PEROL RAFİNERİSİ - TÜPRAŞ

batman petrol rafinerisi

BATMAN PETROL RAFİNERİSİ - TÜPRAŞ
Ülkemizin ilk rafinerisi olan Batman Rafinerisi 330 bin ton/yıl kapasite ile 1955 yılında Batman’da kurulmuştur. Artan bölge talebini karşılamak üzere rafinerinin kapasitesi 1960 yılında tamamlanan Darboğaz Giderme çalışmasıyla 580 bin ton/yıl’a çıkarılmıştır. Yenileme çalışmaları aralıksız devam eden Batman Rafinerisi’nin hampetrol işleme kapasitesi yeni bir ünitenin işletmeye alınması ile 1972 yılında 1.1 milyon ton/yıl olmuştur.Rafinerinin kuruluşunda ABD teknolojisi kullanılmıştır.

29 Mayıs 2009 Cuma

KIZILAY - KIZILAY GENCLIGI

kızılay - kızılay gençliği

KIZILAY, SAVAŞ ALANINDA YARALANAN YA DA HASTALANAN ASKERLERE HİÇBİR AYRIM GÖZETMEKSİZİN YARDIM ETMEK ARZUSUNDAN DOĞMUŞTUR.
11 Haziran 1868 tarihinde "Osmanlı Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti" adıyla kurulan Kızılay, 
1877'de "Osmanlı Hilali Ahmer Cemiyeti", 
1923'de "Türkiye Hilaliahmer Cemiyeti",
1935'te "Türkiye Kızılay Cemiyeti" ve 
1947'de "Türkiye Kızılay Derneği" adını almıştır. 
Kuruluşa "KIZILAY" adını büyük önder Atatürk vermiştir. 
Kızılay'ın alameti, beyaz zemin üzerinde karşıdan bakarken sola doğru açık kırmızı "ay" dır. Yalnız Kızılay bayrağında "ay"ın açık yüzü bayrak direğinin tersine doğrudur.
Kızılay alameti, Devletler Hukuku'nun ilgi hükümleri gereğince, savaş zamanında silahlı kuvvetlerin sağlık servisleri ile o hükümlerin belirlediği kişi ve kuruluşlar için "koruyucu ve belirtici işaret" olarak kabul edilmiştir. Bunlar dışında kalan hiçbir kişi, kurul ve kurum, savaşta tarafsızlık ve dokunulmazlık timsali olan bu işareti kullanamaz.
Kızılay'ın amacı, her nerede görülür ise , hiçbir ayrım yapmaksızın insanın acısını önlemeye veya hafifletmeye çalışmak, insanın hayatını ve sağlığını korumak, onun kişiliğine saygı gösterilmesini sağlamak ve insanlar arasındaki karşılıklı anlayışı, dostluğu saygıyı, işbirliğini ve sürekli barışı getirmeye uğraşmaktır. Kızılay ihtiyaç anında dayanışmanın,ıstırap anında eşitliğin, savaşın en kızgın anında insancıllığın, tarafsızlığın ve barışın simgesidir.
Kızılay, Uluslararası Kızılay-Kızılhaç Topluluğu'nun temel ilkelerini paylaşır. Bunlar; insaniyetçilik,ayrım gözetmemek, tarafsızlık, bağımsızlık,hayır kurumu niteliği, birlik ve evrensellik ilkeleridir.
Kızılay, tüzel kişiliğe sahip, özel hukuk hükümlerine tâbi, kâr amacı gütmeyen, yardım ve hizmetleri karşılıksız olan ve kamu yararına çalışan bir gönüllü sosyal hizmet kuruluşudur.
Kızılay'ın teşkilatı, Genel merkez ve şubelerden oluşur. Kızılay'ın Genel Müdürlük teşkilatı dışında kalan bütün kademelerindeki görevler fahridir.

25 Mayıs 2009 Pazartesi

BURSA "HEYKEL" - ATLI ATATÜRK HEYKELİ

bursa "heykel" atlı Atatürk heykeli

HEYKEL - BURSA "ATLI ATATÜRK HEYKELİ"

Bursa’da “heykel” denilince akla, Heykel semtinin ve tüm kentin merkezindeki Atatürk Anıtı gelir. Heykel, Ahmet Vefik Paşa Sahnesi’nin tam karşısında, Kent Müzesi’nin (Eski adliye binası) önündedir.
Atatürk Anıtı, Nijat Sirel (1897-1956) tarafından Mahir Tomruk ile birlikte 1927 yılında yapılmıştır. Atatürk, bu anıtın kendisine en çok benzeyen anıt olduğunu bildirmiştir. Atatürk, mermer bir kaide üzerinde askeri giysisi içinde at üzerinde tasvir edilmiştir. Sağ eli ile batıyı işaret etmektedir. Bununla Batı uygarlığına ulaşmamız gerektiği ifade edilmektedir.
Mermer kaidenin üzerinde şu yazı yazar: "Bu aziz heykelin önünde duran Türk hürmetle eğil. O milletini kurtaran, Cumhuriyet’i kuran aleme yeni bir tarih yaratan Gazi Mustafa Kemal’dir."
Kaidenin sağ tarafında: 29.I.Teşrin.1339 (1923) Cumhuriyetin Kuruluşu
Sol tarafında ise; 11 Eylül 1338 (1922) Bursa’nın Kurtuluşu  yazılıdır.

19 Mayıs 2009 Salı

ZONGULDAK ATLI ATATÜRK HEYKELİ

zonguldak atlı Atatürk heykeli - 1969

ZONGULDAK ATLI ATATÜRK HEYKELİ,
(Ali Hadi Bara - Zühtü Müridoğlu, 1946)
Zonguldak Atlı Atatürk Heykeli, Ali Hadi Bara ve Zühtü Müridoğlu’nun birlikte gerçekleştirdikleri ilk heykel değildi. Türk sanatçılara anıt uygulamaları konusunda şans tanınmamasından yakınan Bara ve Müridoğlu, Zonguldak Atlı Atatürk ve İnönü heykellerinden iki yıl önce, İstanbul’da tam anlamıyla bir “meydan heykeli”ne imzalarını atmışlardı. 
6 

14 Mayıs 2009 Perşembe

BUHARLI LOKOMOTİF

buharlı lokomotif - 1988
BUHARLI LOKOMOTİF
Buharlı lokomotif, buhar gücü ile çalışan lokomotiflerdir. Buharlı lokomotifler 19. yüzyıl ortalarından 20. yüzyıl ortalarına kadar kullanılmışlardır.
1500'lü yılların ortalarında Almanya'da kullanılmaya başlanan vagonyollarında lokomotifler atlar tarafından çekilmeye başlanmıştır. 1700'lerin başında buharlı makinenin icadı ile bu yollar demiryoluna dönüştürülmeye başlanmış ve ilk buharlı lokomotif 1804 yılında İngiltere'de Richard Trevithick ve Andrew Vivian tarafından imal edilmiştir. Lokomotif Galler'de demiryolu ölçülerine yakın ölçüde olan "Penydarren" (Merthyr Tydfil) tramway hattında çalışmıştır. Bunu izleyen dönemde Matthew Murray tarafında ikiz silindir lokomotif 1812 yılında Vagonyolu işletmecisi Middleton Railway için yapılmıştır.
İngiltere'deki bu gelişmeler ABD'ninde çalışmalara başlamasını hızlandırmış ve 1829 yılında Baltimore-Ohio Demiryolu'nda çalışan ilk Amerikan buharlı lokomotifi Tom Thumb bu hatta çalışmaya başlamakla beraber Thumb bir deneme modeliydi ve Amerika'da South Karolina Demiryolu'nun açılış töreninde hizmete giren Best Friend of Charleston başarılı ilk demiryolu lokomotifi olmuştur.

11 Mayıs 2009 Pazartesi

TED ANKARA - PULCULUK KULÜBÜ - HATIRA PULU

TED ANKARA KOLEJİ HATIRA PULU BASTIRDI
Pulculuk kulübünü yönetmelik değişir değişmez kuran Ted ankara koleji bu bir öncülük daha yaptı, pulculuk kulübünün öncülüğünde bastırılan ilk hatıra pullarına da öncülük etti.
Bu aktivitede emeği olan tüm gönüllüleri ve yöneticileri pulseverler olarak kutluyoruz.

TED internet sitesindeki haber; 
"Pulculuk Kulübümüzden TED Ankara Koleji Hatıra Pulu"
İlköğretim Okulumuz II. Kademe Pulculuk Kulübü Danışman Öğretmeni Ahmet KURU ve öğrencilerimiz, PTT Genel Müdürlüğü tarafından iki farklı valörden oluşan hatıra pulu bastırdılar. Hatıra pulları geliri TED’de burslu okuyan öğrencilere verilmek üzere öğretmenlerimize satışa sunuldu.

30 Nisan 2009 Perşembe

ETNOGRAFYA MÜZESİ - ANKARA

etnografya müzesi - ankara 

Ankara Etnografya Müzesi Kurtuluş Savaşında Cuma namazlarının kılındığı eski adı Namazgâh Tepesi olan yerde kuruldu. 

Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver, eski mesai arkadaşı Budapeşte Etnografya Müzesi şeflerinden Türkolog J. Meszaroş’un müzenin kuruluşu konusundaki görüşleri sorularak, kendisine hizmet teklif edildiği, Prof. Meszaroş’un bakanlığa sunduğu 29 Kasım 1924 tarihli raporundan anlaşılmaktadır. Böylece Halk Müzesi'nin kurulmasına hazırlık yapılmak üzere, 1924’te İstanbul’da Prof. Celal Esad (Arseven) başkanlığında, daha sonra 1925 yılında İstanbul Müzeler Müdürü Halil Erdem başkanlığında, eser toplamak ve satın almak üzere özel bir komisyon kurulmuştur. Satın alınan 1250 adet eser, 1927 yılında inşası tamamlanan müzede teşhir edilmiştir. Müze Müdürlüğü'ne de Hamit Zübeyr Koşay atanmıştır.

15 Nisan 1928 yılında müzeyi ziyaret eden Gazi Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) müze hakkında bilgi aldıktan sonra, Afgan Kralı Amanullah Han’ın Türkiye’yi ziyaretleri nedeniyle, müzenin açılmasına emir buyurmuşlardır. Müze 18.7.1930’da halka açılmış ve 1938 Kasım ayında Müzenin iç avlusu, geçici kabir olarak ayrılıncaya kadar açık kalmıştır. Atatürk'ün naaşı 1953'de Anıtkabir'e nakline değin burada kalmıştır. Bu kısım halen Atatürk’ün anısına hürmeten sembolik bir kabir şeklinde korunmaktadır, üzerinde beyaz mermere yazılmış şu kitabe bulunmaktadır. “Burası 10.11.1938'de sonsuzluğa ulaşan Atatürk’ün 21.11.1938 den 10.11.1953 e kadar yattığı yerdir.” 

6-14.11.1956 tarihinde Uluslararası Müzeler Haftası nedeniyle gerekli değişiklikler yapılarak, tekrar halkın ziyaretine açılmıştır.

28 Nisan 2009 Salı

ÇOCUK SAĞLIĞI - AŞI

çocuk sağlığı - aşı - 1988
AŞI NEDİR?
İnsan ve hayvanlarda hastalık yapma yeteneğinde olan virüs, bakteri vb. mikropların hastalık yapma kudretlerinden arındırılarak ya da bazı mikropların salgıladığı zehirlerin etkisinin ortadan kaldırılarak sağlam kişilere verilmesi için geliştirilen biyolojik maddelere aşı denilmektedir. Aşı, kişileri hastalıklardan ve hastalıkların kötü sonuçlarından koruyabilmesi için, sağlam ve risk altındaki kişilere uygulanmaktadır.
Aşılar ölü veya zayıflatılmış mikroorganizma içeren (bakteri veya virüs) ve enfeksiyon hastalıklarının tedavi ve korumasında kullanılan biyolojik ürünlerdir. Aşıların etki mekanizması doğal hastalığa benzerdir; her ikisi de bağışıklık sistemini uyarır ve vücuda girmiş olan mikrobu tanır ve hafıza oluşturur. Daha sonra aynı mikrop vücuda yeniden girdiğinde bağışıklık sistemi onu tanır ve hastalık yapmasına fırsat vermeden yok eder. Hastalığı geçirme ve aşılanma arasındaki en önemli fark aşılanma ile hastalığı geçirmemektir.
Oluşan antikorlar vücutta uzun süre kalırlar ve bu süre içinde aynı mikrop vücuda tekrar girerse ,bu mikrobun hastalık oluşturmasına fırsat vermeden ortadan kaldırılmasını sağlarlar. Herhangi bir aşının koruyucu etki gösterebilmesi için uygun yaşlarda ve uygun aralıklarla yapılması şarttır. Zira aşıların çocuklara hastalıklara yakalanma riskinin en yüksek olduğu dönemlerden önce yapılması gerekmektedir.
Başlıca aşı tipleri şunlardır; 
Canlı aşılar: Aşı içerisindeki mikroorganizma canlı olmakla birlikte vücut için tamamen zararsız hale getirilmiştir. Verem, kızamık, kızamıkçık ve kabakulak aşıları buna örnektir.
Ölü aşılar: Aşıda kullanılan mikroorganizmalar öldürülmüştür. Ancak vücudu uyararak antikor dediğimiz koruyucu maddelerin yapılmasını sağlayacak özellikleri korunmuştur. Boğmaca aşısı buna örnektir.
Subünit aşılar: Aşıda kullanılan mikroorganizmalar öldürüldükten sonra parçalanarak,bu parçalardan vücudu uyararak koruyucu antikorların yapılmasını sağlayacak parçaları aşı yapımında kullanılmaktadır. Örnek olarak Hepatit B ve Grip aşıları verilebilir.
Toksoid aşıları: Bu tür aşılarda mikroorganizmaların kendileri kullanılmaz. Bazılarının ürettiği zehirler çeşitli kimyasal maddelerle işlenir ve hastalık yapıcı etkileri yok edilerek aşı yapımında kullanılır. Tetanoz ve difteri aşıları bu tip aşılardır.

21 Nisan 2009 Salı

TÜRKSAT

Türksat (Türk haberleşme uyduları sistemi) - 1994 
Türksat Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme A.Ş.
Türkiye'nin tek uydu operatörüdür. 200 civarında TV, radyo, data yayını vardır. Şirket; TV ve Radyo yayıncılığı, Kablo TV hizmeti, Internet bağlantısı, Veri transferi, VoIP gibi hizmetleri sunmaktadır.
Uydular; Türkiye'nin ilk uydusu Turksat 1A, 24 Ocak 1994'de fırlatılmış ve kalkışından 12 dakika sonra infilak etmiştir. Türksat 1B uydusu da aynı yıl içinde gönderilmiştir. 
Şirketin üçüncü uydusu Türksat 1C, 1996 yılında hizmete alınmıştır. 
Türksat 2A (Eurasiasat 1) uydusu ise 10 Ocak 2001'de fırlatılmıştır. Türksat 1C ile aynı konumdadır.
Turksat 3A uydusu, 13 Haziran 2008 saat 01:05'de Türksat A.Ş. ile Fransız iletişim sirketi Thales Alenia Space arasında imzalanan sözleşmeye bağlı olarak Fransız Guyanası'ından fırlatılmıştır.
2005 Temmuz ayı itibari ile Telekomdan KabloTV' yi devir almıştır. Kendi müşteri hizmetleri takip otomasyon yazılımlarını kendi bünyesindeki yazılımcı kadrosu ile kısa bir sürede gerçekleştirmesiyle birçok kamu kurumuna örnek teşkil etmektedir.
Türksat 1B (31.3° Doğu)
Türksat 1C (31.3° Doğu)
Türksat 2A (Eurasiasat 1) (42.0° Doğu)
Türksat 3A (42.0° Doğu)
Türksat 4A (42.0° Doğu - 2011'de fırlatılacak)
Türksat 5A (TUSAT 1) (42.0° Doğu - 2014'te fırlatılacak)

17 Nisan 2009 Cuma

NURULLAH BERK

nurullah berk - portre - 1990

Nurullah Berk (d. 22 Mart 1906, İstanbul - ö. 9 Ocak 1982, İstanbul)
Türk ressam. Türkiye’ de geometrik-figüratif yapımcılığın (konstruktivizim) ilk temsilcilerinden biridir. Eserlerinde kübizm etkilenmeleri de mevcuttur.
Eğitimi: Galatasaray Lisesini bitirdikten sonra, Sanayi-i Nefise Mektebi' nde İbrahim Çallı ve Hikmet Onat' ın öğrencisi oldu. 1924' te Fransa'ya gitti ve Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulu'nda Ernest Laurent' la çalıştı. 1928' de öğrenimini tamamlayarak Türkiye' ye döndü ve bir grup arkadaşıyla “Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birligi" nin kuruculan arasında yer aldı.
D Grubu1933'te Türkiye'ye döndü ve aynı yıl Abidin Dino, Elif Naci, Zeki Faik İzer, Cemal Tollu ve Zühtü Mürüdoğlu ile birlikte "Türkiye'ye egemen izlenimci tutuma karşı, biçim olarak Batı’ daki çağdaş akımlara paralel kübist ve yapımcı teknik” şeklinde tarif edilen yeni bir anlayışın öncülüğünü yaptı. Berk’in önerisiyle bu grup “D Grubu” ismini aldı.
En tanınmış eserleri: İskambil Kağıtlı Natürmort, Ütü Yapan Kadın, Gömlekçi,Odalık, Dikenler, Kuşlar'dır.
Kazandığı ödüller: Yurtiçi ve yurtdışında birçok sergi açan Berk, 1947'de Ahmet Çanaklı Ödülünü, 1966'da 28. Devlet Resim ve Heykel Sergisi birincilik odülünü ve 1975'te DYO Ödülü Resim Yanşmasını kazandı. Berk'in son 15 yıllık çabası ise "Dogu ile Batı esprilerini kaynaştırmak, geleneksel sanat biçimlerini Bah anlaşıyla bağdaştırmak" biçiminde yorumlandı. 1953'te Suut Kemal Yetkin'le birlikte UNESCO'ya baglı Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Birligi'nin Türkiye ulusal komitesini kuran Berk'in sanat tarihi, resim ve heykel sanatı konulu çok sayıda yayınlanmış yapıtı vardır.

16 Nisan 2009 Perşembe

TÜRKİYE İSTATİSTİK GÜNÜ

Türkiye istatistik günü - 1991

Ana hedefi 21. yüzyıla "Çağdaş Türk İstatistik Sistemi"ni kurarak girmek olan Devlet İstatistik Enstitüsü, ülkemizin ekonomi, toplum ve kültür konularında ihtiyaç duyulan bilgilerini, bilgi ve iletişim çağının gerekli kıldığı hızda, uluslararası düzeyde üretirken, bu görevin önemi ve büyüklüğü nedeniyle "9 MAYIS" günü "TÜRKİYE İSTATİSTİK GÜNÜ" olarak ilan edilmiştir.

31 Mart 2009 Salı

ULUDAĞ (Bursa)

uludağ (bursa) - 1982
ULUDAĞ
Uludağ, ''Olimpos Dağı'' olarak da bilinir. Bursa ili sınırları içinde, 2543 m yüksekliği ile Türkiye'nin en büyük kış ve doğa sporları merkezi olan dağ. Evliya Çelebi seyahatnamesinde bu dağdan CEBELİ RUHBAN diye söz eder. Ayrıca halk arasında KEŞİŞ dağı olarakta bilinir. Homeros Uludağ'a Olympos Misios veya Bithynik Olymp diyordu. Uludağ, ilk hristiyan keşişlerin inzivaya çekildikleri yerleşim yerlerinden biridir.
Marmara bölgesinin en yüksek dağı. Kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda uzanan Uludağ'ın uzunluğu 40 km'yi bulur. Genişliği ise 15-20 km'dir. En yüksek noktası Kartaltepe'de 2543 m'dir. Türkiye'nin önemli volfram yatakları buradadır. Uludağ'dan kaynaklanan derin vadiler içindeki pekçok dere, Nilüfer Çayı ile Göksu'ya ulaşırlar. 
Uludağ modern dağ tesisleri, teleferiği Bursa'nın hemen yanında olması ile dağ turizminin merkezi olmuştur. Yol durumunun uygunluğu, her mevsim kar bulunması, eşsiz manzaraları buraya turist çekmektedir. 
Doğu, kuzey eteklerinin Bursa Ovasına yakın yerlerinde sıcak su kaynaklarının bulunmasından burada kaplıcalar meydana gelmiştir. Bursa'nın Çekirge semtindeki bu kaplıcalar pekçok hastalığa şifa olmaktadır.

Bitki örtüsü
Bitkisel zenginlik bakımından ender yerlerden biridir. 350 m den itibaren: defne, zeytin, katran ardıcı, fındık, laden, funda, kızılçam, maki ve çalılık alanlar, 350-700 m arası: kestane, akçakesme, erguvan, koca yemiş, dağ çileği, zeytin, katırtırnağı, Girit ladeni, mazı meşesi, gürgen, kızılcık, alıç, geyikdikeni, sırımbağı, yabani defne, karaağaç, kayın, titrek kavak, karaçam, 700-1000 m arası: kestane, kayın, sapsız meşe, titrek kavak, karaçam, yabani kızılcık, alıç, geyikdikeni, muşmula, 1000-1050 metreden itibaren: kayın ormanları 1500 metreye kadar ulaşır. 1500-2100 m arası: Uludağ göknarı, bodur ardıç, yaban mersini, ayı üzümü, yabani gül, geyik dikeni, çoban üzümü, söğüt, karaçam, kayın, gürgen, titrek kavak, sırımbağı, yoğurtotu, kekik , bitotu, misk soğanı, hindiba, bahar yıldızı, çok çiçekli gelincik, yabani elma. 

İklim
Dağın iklimi; alt kademelerde Akdeniz iklim tipi, zirveye doğru nemli mikro termik iklim tipine dönüşürken, kışları yüksek rakımlarda buzlu iklim görülür.  Kar yağışlı günler yıllık 66,7 gün, kar ile örtülü günler yıllık 179,2 gündür.

26 Mart 2009 Perşembe

ÇOCUK ESİRGEME KURUMU

çocuk esirgeme kurumu 

ÇOCUK ESİRGEME KURUMU 
1917 (6 Mart) İstanbul Himaye-i Etfal Cemiyeti İstanbul'da kuruldu.
1917 ( 28 Kasım) Firuz Ağa'da ilk Çocuk Misafirhanesinin açılışı yapıldı.
1920 (Teşrinievvel) ÇEK Cenevre'deki Merkez tarafından tanındı.
1921 (17 Ocak) Himaye-i Etfal Cemiyeti padişah iradesi ile kamu yararına çalışan cemiyet olarak kabul edildi.
1921 (30 Haziran) Ankara'da Hakimiyeti Milli Matbaasında küçük bir odada Himaye-i Etfal Cemiyetinin kuruluşu gerçekleştirildi.
1922 (4 Şubat) HEC Başkanı Dr. Fuad ve beş arkadaşı Himaye-i Etfal Cemiyetine ek gelir sağlamak amacıyla pullu zarf ve kartpostalların Himaye-i Etfal Cemiyeti yararına kullanımı hakkında tekliflerini, Türkiye Büyük Millet Meclisine sundular.
1923 Ankara Himaye-i Etfal Cemiyetinin kurulup güçlenmesi nedeniyle İstanbul HEC çalışmalarına son verdi.
1923 (26 Kasım) Posta Kanunu ile HEC posta ücretlerinden muaf tutuldu.
1926 (21-22 Haziran) "Himaye-i Etfal Cemiyetine Ait Evrakın Damga Resminden İstisnası Hakkında Kanun " kabul edildi.
1932 (11 Nisan) Dr. Fuad Bey'in 9 Nisan 1932 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verdiği teklif sonucu 20-30 Nisan tarihleri arası mektup ve telgraflara "Çocuk Şefkat Pulu" yapıştırılması hususu kabul edildi.
1937 (26 Kasım) Çocuk Esirgeme Kurumu Bakanlar Kurulunun 1223 sayılı Kararı ile kamu yararına çalışan dernek olarak kabul edildi.
1956 Ünicef'in Ankara Orman Çiftliğinde kurduğu Süt Fabrikasının üretiminin % 1 'i Çocuk Esirgeme Kurumuna tahsis edildi.
1957 Dünya Çocuk Günü nedeniyle özel seri pullar çıkarıldı.
1964 (12 Eylül) Bakanlar Kurulu Kararı ile 1 Ekim 1964 tarihinden itibaren THK, Kızılay, Ulusal Verem Savaş derneği, Türkiye Yardım Sevenler Derneğinin çıkardığı pulların yerine Kıbrıs Pullarının çıkarılmasına karar verildi.
1969 (30 Haziran) Katolik Yardım Servisince Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumuna yapılan gıda yardımları kesildi.
1970 (6 Haziran) 13513 sayılı Resmi Gazetede Yayınlanan karar ile kurumun bina, arazi ve kurumlar vergisinden, bütün harçlar ve resimlerden muaf tutulması uygun görüldü.
1970 Genel Bütçeden Çocuk Esirgeme Kurumuna hiç yardım yapılmadı.
1972 Barış Gönüllülerinin kurum bünyesinden tasfiyesi kararı alındı.
1972 (20 Temmuz) 1006 Sayılı Kanunla Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumunun bütün vergi, resim ve harçlardan muaf tutulması kabul edildi.
1972 (27 Temmuz) 1610 Sayılı Kanunla kurumun bina ve arazi vergisinden muafiyeti kaldırıldı.
1981 (5 Mayıs) 51 Nolu Milli Güvenlik Kurulu Kararı ile Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumunun genel merkezi, il merkezleri, ilçelerdeki şubeleri ile bucak ve köylerdeki kolları feshedildi.
1983 (24 Mayıs) 2828 Sayılı Yasa İle Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu kabul edildi.
1983 (27 Mayıs) 18059 sayılı Resmi Gazetede 2828 Sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu yayınlandı.

23 Mart 2009 Pazartesi

ÇOBAN KOPEĞİ - KANGAL

çoban köpeği - 1973
ÇOBAN KÖPEĞİ - KANGAL 
Kangal köpeği'nin kökeni hakkında “rivayet” sayılabilecek bazı görüşler vardır. Ancak, 11 Temmuz 2003'te düzenlenen I. Uluslararası Kangal Köpeği Sempozyumu'nun sonuç bildirisinde, “büyük Türk göçleri sırasında Türkistan'dan Anadolu'ya getirilen bir köpek ırkı olduğu” kabul edilmiştir.
Evliya Çelebi de, Seyahatnâme'sinde Kangal Köpekleri'nden bahseder. O da, bu köpeklerin “aslan kadar güçlü” ve cüsseli olduğunu yazmaktadır. 
Özellikleri ve kullanım alanları 
Kangalların iki çeşidi vardır. Akbaş ve Karabaş. Akbaşların tüyleri az, karabaşların ise sık ve uzundur.
Kangal köpekleri genellikle çoban köpeği olarak nitelendirilirler ancak bekçi köpeği tanımına daha çok uyarlar. Zira diğer çoban köpeği türleri sürüyü korumaktan ziyade yönlendirme ve yönetmekte ustadırlar. Kangal köpeğinin en belirgin özelliği ise sahibine duyduğu aşırı sadakat ve buna bağlı olarak sahibine ait olduğunu düşündüğü şeyleri korumaya yönelik kuvvetli içgüdüsüdür. Bu nedenle çok iyi bir dövüşçüdür. Kurt, çakal gibi yabani hayvanlara karşı çok etkin bir muhafız olmakla beraber aile fertlerine ve özellikle de çocuklara karşı hiçbir tehdit oluşturmazlar. Dünyada kurt boğabilen tek köpek ırkıdır.
Kangal köpekleri, örnek olarak Namibya'da, Alman çoban köpeklerinden daha üstün koruyucu yeteneklere sahip oldukları için, yaygın bir şekilde yerli çiftçiler tarafından kulanılırlar.
Hiç çekinmeden bir ayıya saldıracak kadar cesur, bir pumayı, domuzu öldürecek kadar güçlüdür. Afrika'da manda sürülerini çitalardan, sırtlanlardan ve hatta aslanlardan korumak için kullanılmaktadır. Bilinen en güçlü köpek ırkıdır.